Siyonist İsrail’in Filistinli Müslümanlara ait topraklara ve evlere cebren el koymasıyla başlayan ve orantısız bir güç ile yüzlerce masum Filistinlinin öldürülmesine, binlercesinin ağır şekilde yaralanmasına yol açan süreç, bütün dünyanın ama en önemlisi 57 devleti olan ve bütün dünyaya yayılmış 1. 7 Milyar nüfusu olan bütün Müslümanların gözü önünde yaşanmaya devam etmektedir. Şüphesiz bu sürecin kendi içinde ele alınması gereken, değerlendirilip yorumlanması gereken birçok başlığı hatta alt başlığı bulunmaktadır. Evrensel olarak dinler arası, devletler arası, kültürler arası, medeniyetler arası, sistemler arası, çatışma ve diyalog çerçevesinde ele alınacak ana başlıklar olabileceği gibi yerelde Araplar arası, komşular arası ve özelde de Müslümanlar arasında bir takım başlık-alt başlık içerisinde yaklaşılacak, tartışılacak ve değerlendirilecek konuları içeren kompleks ve özel bir meseledir Filistin Meselesi.

Son zamanlarda Türkiye’de özellikle birtakım Kürt çevrelerce ara ara gündeme getirilen Filistin’deki Saddam Hüseyin heykelinin varlığı Filistin Meselesinin tartışılan konuları arasında artık bir alt başlık olarak yerini almıştır. Bu konunun bütün bilinenleri ile açığa kavuşturulması, Müslümanlar arasında yanlış anlama/yorumlama ile ortaya çıkacak birtakım tefrikaların/fitnelerin önüne geçilmesi bakımından oldukça önemlidir.

Politik Olarak Saddam Hüseyin’i Tanıyalım

Saddam’ı politik olarak tanımanın en kestirme ve somut yolu onun Baas Rejimini tanımaktan geçer.

Baas Rejimi: “Birlik, özgürlük, sosyalizm” sloganıyla yola koyulan Baas, kelime olarak “diriliş” anlamına gelmektedir. Baas Hareketi (Hizb el-Arabi el-İştiraki)’nin parti ideolojisinin sloganından ve kurucularının kimliklerinden de anlaşılacağı üzere Müslüman Arapçılıktan ziyade laik, milliyetçi, pragmatik bir Arapçılık anlayışına sahiptir. Baas Partisi’nin kurucularının kimlikleri ve isimleri bu anlayışı yeterince özetler niteliktedir. Rum-Ortodoks kökenli Mişel Eflak ve Sünni Arap kökenli Salah al-Bitar iki ana kurucusu, Nusayri olan Zeki Arsuzi de diğer önemli bir ismidir.

Baas 1940’larda ilk olarak Suriye’de (Şam’da) fikri olarak ortaya çıkmış, 1963 yılının ilk çeyreğinde ise Irak ve Suriye’de arka arkaya gerçekleşen darbelerle fiili olarak ortaya çıkmıştır. Irak’ta Saddam Hüseyin, Suriye’de Hafız Esad, Baas’ın görünen yüzleri olmuşlardır. Ne var ki her ikisi de Baasçılıktan farklı şeyler anlamış, birbirlerinden faşizm ve zalimlik dışında hep ayrı düşmüşlerdir. Bu durumun en önemli faktörü tartışmasız İran’dır. Esad, İran ile olan ilişkisine Baasçılığın Sosyalist Arap milliyetçiliğine rağmen mezhepçi bakmış, aynı parti ve milletten olduğu Saddam’a karşı, aynı mezhep eğiliminde olduğu İran’ı tercih etmiştir.

Genel olarak baktığımızda Saddam’ın “laik Arap milliyetçiliğine dönüşen katı rejiminin “laik” yönü ülkede çoğunlukta olan Şiileri, “Arap milliyetçisi” yönü ise kuzeydeki Kürtleri rejime karşı hasmane bir tutum sergilemeye yöneltmiştir. Şii düşmanlığı onu İran Savaşına, Kürt düşmanlığı ise Kürt Soykırımına sürüklemiş ve her iki faşist tutumundan dolayı milyonlarca insanın öldürülmesine sebep olmuş, eli kanlı zalim bir diktatör olarak tarihe geçmiştir.

Mişel Eflak’ın “sosyalizm bizim için milli koşullara ve ihtiyaçlara yarayan bir araçtır. Bir felsefeye temelli ya da normatif bir eylem olarak da bakılmamalıdır. Bu sadece milliyetçilik ağacının bir dalıdır.” sözü; Baas rejiminin bütün argümanlarının Arap milliyetçiliğine hizmet etme amacıyla kurgulandığını göstermektedir.

Zalimlikleriyle Saddam Hüseyin’i Tanıyalım

Saddam Hüseyin, ideolojik, ekonomik, siyasi, stratejik, etnik ve jeopolitik olmak üzere birçok sebeple İran’a saldırı başlatarak girdiği savaşta sekiz yıl içinde (1980-1988) yalnızca kendi halkından 1 Milyona yakın kişinin ölmesini bu sayının iki katı kadar bir nüfusun yaralanmasına sebep olmuştur. Enfal Katliamı/Soykırımında 100 binin üzerinde insan (çoğunluğu Kürt ama Süryani ve Türkmenler de ayırt edilmeden katliam yapılmıştır.) ve Halepçe katliamında bir gecede kimyasal gazla yaklaşık 5 bin Kürt katledilmiştir. Kuveyt’e saldırıp bütün bölgenin huzurunu bozup bölgeyi ABD’nin ve Batı’nın işgaline hazırlamıştır. Ayrıca kendi diktatörlüğü döneminde halkının hemen hiç bir kesiminin can, mal ve ırz güvenliği söz konusu değil, herkes kendisinin ve rejiminin adamlarının tehdidi altındaydı.

Üniversitede öğrenci iken (1998) biri Kerküklü diğeri Musullu iki Türkmen hocam vardı. Her ikisi de yıllar geçmiş olmasına rağmen Saddam’ın adı geçtiğinde korkuya kapılır adeta dehşete düşerlerdi. Çünkü yıllarca Saddam’ın sayısız zalimliğine, hayasızlığına, katliamlarına şahit olmuş, onun zulmünden kaçıp Türkiye’ye gelmişlerdi. Onun ismi geçtiğinde o iki hocamın yüzünün şekli hâlâ hafızamdadır.

Baasçı Saddam-Esad Anlaşmazlığı Ve İran Faktörü

Hafız Esad ve Saddam Hüseyin liderliğindeki iki Baas ülkesinin farklılaşan ve rekabete dönüşen politikaları değerlendirildiğinde, öncelikle “Pan-Arapçı” idealin getirdiği sonuçlara bakmamız gereklidir. Dönem itibariyle Suriye ve Irak, kendi sınırlarını aşan stratejik hedeflerde nüfuz tesis etme çabalarına girişmiştir. Suriye, kendisinden koparılan doğal uzantılar olarak gördüğü Lübnan, Ürdün, Filistin ve Hatay’ı da kapsayan Şam merkezli ve Doğu Akdeniz eksenli “Büyük Suriye’yi” Pan-Arap idealinin kaçınılmaz ön şartı olarak görürken, Arap Birliği’nin Bağdat merkezli ve Basra eksenli bir alanda gerçekleşebileceğini düşünen Irak; Kuveyt, Mezopotamya, Şattü’l Arap ve İran’ın Huzistan bölgelerini de kapsayan “Büyük Irak” idealini aynı hedefin ön şartı olarak görmekteydi. Bu iki farklı vizyon, pratikte bölge siyasetine, çakışan iki misyon olarak yansımıştır. Esad ve Saddam kendilerini çoğu kez karşı cephelerde bulmuş, ayrıca birbirlerini Baas Partisi’nin ideolojisini saptırmakla suçlamışlardır. Saddam Hüseyin, ideolojik, ekonomik, siyasi, stratejik, etnik ve jeopolitik olmak üzere birçok sebeple İran’a saldırı başlatarak 8 yıl sürecek ve nihayetinde iki tarafın da kaybedeceği bir savaşa girmiştir. Savaşın ayrıntıları konumuzun dışında olmakla birlikte bizi ilgilendiren kısmı, Suriye’nin bu savaştaki tutumudur. Hafız Esad yönetiminin Irak ile olan rekabeti bu dönemde öylesine üst seviyededir ki, kendisi gibi Baas partisinin iktidarda olduğu, komşusu olan Arap ülkesine karşı, kendisi gibi seküler olmayan dini bir rejim ve Acem/Farisi bir ülkeye destek vermiş. Genel olarak iki kutuplu dünya sistemindeki yerleri, mezhepçiliğe ve otoriterliğe evrilen politikaları, Filistin davasına olan yaklaşımları bu iki yönetimi birbirinden uzaklaştırmıştır. (Saddam yalnızca Arap milliyetçiliğinden; Esad ise İran müttefikliğinin gereği olan İsrail karşıtlığından ve kendi toprak bütünlüğü ve yayılmacılığı siyasetinden Filistin politikası gütmekteydiler.) Buna ilaveten, Suriye Baas Partisi’nin Birleşik Arap Cumhuriyeti’ne bakışı, Lübnan iç savaşındaki pozisyonu ve İran-Irak savaşı ile Körfez krizi sırasındaki tutumu bu makasın iyice açılmasına sebebiyet vermiştir.[1]


[1] Galip ÇAĞ, Sami EKER, “ORTADOĞU’DA BAAS REJİMLERİ: SURİYE VE IRAK,” Çankırı Karatekin Üniversitesi Uluslararası Avrasya Strateji Dergisi 2(2): s. 57-72.

İran-Irak savaşı esnasında Saddam’ın Arap milliyetçiliğine karşı İran ile işbirliği yaparak Saddam rejimine karşı ayaklanan Iraklı Kürtlerin Hafız Esad tarafından kollanması ve Hafız Esad’ın bu gruplara siyasi sığınma hakkı tanıması, Saddam-Esad anlaşmazlığının bir başka örneği olmuştur. Bu anlaşmazlıklar Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesinde de devam etmiştir. Körfez Savaşı’nda Baasçılık ve Pan-Arapçılık saikiyle hareket ettiğini iddia eden bir Arap devletinin (Irak), başka bir Arap ülkesini (Kuveyt) işgali ve bu işgale binaen ABD’nin başını çektiği koalisyonun Saddam rejimine açtığı savaşta Suriye’nin de yer alması yine farklı bir Saddam-Esad anlaşmazlığının tezahürü olmuştur. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’daki değişim sürecinin bir ürünü olan Baas ideolojisi, ilk kurulduğu dönemdeki ideolojik ruhu ve Arap dünyasına ilişkin geniş vizyonunu uzun vadede sürdürememiş, doğal olarak bölgedeki siyasal dengelerin, stratejik hesapların ve çıkar motivasyonunun gerisinde kalmıştır. Irak ve Suriye’de Baas’ın zirvesi Saddam Hüseyin ve Hafız Esad dönemlerinde yaşanmış, siyasal yapıdan orduya, ekonomi politikalarından sosyal dönüşüme kadar birçok anlamda paralellikler görülse de yaşanan rekabet ve çıkar çatışması iki komşu ülkeyi birbirinden uzaklaştırdığı gibi Baasçılık ve Pan-Arapçılık misyonunun da giderek içinin boşalmasına sebep olmuştur.[1]


[1] Bkz: Galip ÇAĞ, Sami EKER, aynı eser.

Filistin’e Kim Neden Destek Olmuştu?

Bu soruyu doğru yanıtlamak için önce Filistin’i politik olarak tanımak gerekmektedir. Filistin, halk olarak genel anlamda üçe (Hamas, el-Fetih ve diğerleri), askeri/politik olarak ise iki farklı kesimden, Hamas ve el-Fetih’ten oluşmaktadır. İkiye bölünmüş Mazlum Filistin Halkı’nın Hamas kanadına İran ve onun güdümündeki Hafız Esad destek olmuştur. Bu destek Hamas ile İran’ın bir birinden uzak itikadî inanç ve mezhepsel farklılığına rağmen başlamış ve halen devam etmektedir. Mazlum Filistin halkının diğer kanadı el-Fetih’e (Yaser Arafat’a) ise Saddam Hüseyin destek olmuştur. Sosyalist Baasçı Arap milliyetçisi Saddam ile sosyal demokrat el-Fetihçi Filistin Milliyetçisi Yaser Arafat’ı bir araya getiren ise hem ideolojik yakınlık hem de milliyetçiliktir.

Filistin Meselesine İran-Irak ve Suriye’nin yaklaşımı, tuhaf ve çelişkili bir ilişki ağı ortaya koymaktadır. Öyle ki İran ile Saddam düşman ama her ikisi de Filistin’e destek veriyor. Saddam, Filistinliler Arap olduğu için, Yaser Arafatın siyasi yapısı olan el-Fetih’in kendi Baas ideolojisine benzer olduğu için Filistin’e destek, İsrail’e düşman olmuştur. İran ise zaten düşman gördüğü İsrail’e karşı Hamas’a askeri ve maddi destek vererek (üstelik mezhepsel anlamda bakıldığında itikadî anlamda birbirlerine çok da yakın olmadıkları halde) Hamas üzerinden Filistin’e sahip çıkmış, İsraile karşı çıkmıştır. Suriye ise hem toprak bütünlüğü açısından (Altı Gün Savaşları ‘5-10 Haziran 1967’ hezimetinden dolayı) hem de İran ile müttefik olduğu için İsrail’in doğal düşmanı halindeydi ve bunun sonucunda Filistin’i destekliyordu.

Saddam Hüseyin, Müslüman oldukları için veya Kudüs’ün kutsiyetinden dolayı değil de salt Arap milliyetçiliği çerçevesinde de olsa Filistinli savaşçılara (kimine göre gerilla kimine göre intihar komandolarına) maddi ve manevi birtakım destekler vermiştir. Özellikle bu anlamda Irak’ın 1991 Körfez Savaşı sırasında İsrail’e attığı 39 Scud füzesiyle 2 kişinin ölümüne ve geniş çaplı hasara yol açarak el-Fetih (Yaser Arafat) grubu Filistinlilerin gözünde onu adeta kahramanlaştırmıştır. Saddam Hüseyin, ayrıca 2000 yılında Kudüs’te çıkan ve 66 kişinin ölümüne sebep olan Siyonist İsrail işgali sonrasında, ‘Eğer İsrail ile ortak sınırımız olsaydı çoktan girmiştik’ sözüyle bir anlamda Filistin mücadele tarihine geçmiştir. Filistinlilerin, özellikle el-Fetih (Yaser Arafat) grubunun Saddam sevgisi işte buradan yani İsrail’e karşı ondan gördükleri yardım ve destekten gelmektedir. Filistin toprakları dışından İsrail’e saldırı gerçekleştiren tek lider Saddam olmuştur. Bu sebeple Saddam figürü aynı zamanda İsrail’e karşı kullanılan bir psikolojik savaş anlamı taşımaktadır.

Hamas üzerinden Filistin’e çok büyük maddi ve askeri destek veren İran’ın Filistin’de sevilmesi de yine bu yardım ve destekten ötürüdür. Öyle ki günümüzde dahi Filistin’den İsrail’e atılan her mermi ve füze neredeyse İran menşeilidir. Filistin’de Arapları yaşatmak için birbiriyle yarışan İran ve Saddam Hüseyin kendi aralarında yıllarca savaşarak milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuşlardır. (Bu ölenlerin sayısı o zamanki Kudüs’ün nüfusunun iki katından fazladır.) Kendi içinde değerlendirildiğinde Saddam resimleriyle mesaj veren Filistinli Sosyal Demokrat Arap milliyetçisi grup bir anlamda ellerindeki Saddam resmiyle, geçmişten günümüze en büyük destek gördükleri İran’a da en hafif ifadeyle kabalık etmiş oluyorlar bir anlamda.

Filistin davası Yaser Arafat’ın hayatına o kadar sirayet etmiştir ki Saddam’ın desteğinden mahrum olmamak için onun Halepçe ve Enfal harekâtlarıyla gerçekleştirdiği Kürt soykırımına sessiz kalmış, hatta kimi yerlerde ona militanlarıyla destek olmuştur. Ama aynı Arafat’ın, diğer yandan da PKK ve KDP ile dostane ilişkileri olduğunu, hatta Saddam’ın mezalimine uğramış mazlum Kürt halkının ve KDP’nin lideri Mesud Barzani ile olumlu diyaloglarının olduğu da ayrı bir gerçektir. (Öyle ki Filistin’deki İsrail zulmüne Türk-Arap dünyası sessiz kalırken (Türkiye hariç) Filistin’e açık desteğini dile getiren lider Mesud Barzani olmuştur. Üstelik 2017 yılındaki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumuna dünyada ilk ve tek desteği veren ülke İsrail olduğu halde.) Görüldüğü gibi her konu kendi için ayrı bir çelişkiler yumağı barındırıyor. İşte Saddam figürü bunun için mazlum halkların üzerinde anlamsız ve elverişsiz bir argümandır.

Suriye Mazlumlarının Üzerinde de Aynı Zalimin Siluetinin Gölgesi Var!

Gündemde Filistin’deki Saddam heykeli var ama benzeri bir durum da aslında Türkiye kontrolündeki Suriye’de var. Suriye’deki Saddam resimlerinin politik geçmişi ise Irak-İran savaşına dayanmaktadır. Çünkü İran her zaman olduğu gibi Esad (baba ve oğul Esad) ile müttefik bundan dolayı o iki ittifakın karşısında olduklarını her ikisinin düşmanı Saddam figürleri ile göstermektedirler.

Filistinlilerin el-Fetih grubunun Saddam sevgisi İsrail’e karşı ondan gördükleri yardım ve destekten, Suriye’deki Sünni Arapların arabalarına astığı Saddam resmi ise İran ile işbirliği içinde olan zalim Esad rejimine karşı psikolojik bir tavırdır. 10 yılı aşkın bir süredir devam eden Suriye’deki zulüm, yine Saddam’ın ruh ikizi baba-oğul Esad’dan ve ideolojik yaklaşımlarından olması ise trajik bir çelişkidir.

Ancak halkının neredeyse tamamı Kürt olan Suriye’deki Afrin’i kontrol altına alanların Saddam resmi ise diğerlerinin tamamından çok farklıdır. Afrin gibi yerlerde Kürt halkının gözlerinin içine Saddam resmini sokmaları, onlara kendilerine yapılan soykırımları hatırlatmaları ve bir nevi bunun üzerinden korku kültürü yaratmayı istemelerindendir. Afrin bölgesinde Saddam resimleriyle mesaj verenlerin bir kısmı Türkiye’nin hâkimiyeti altında bulunan ve Kürtlerin yoğunlukta olduğu yerlerde, bir şekilde Türkiye destekli Suriyeli yerel Arap/Türkmenlerdir ki bunların mesajı direkt Kürtlere yönelik ve Türkiye’nin konjonktürel milliyetçi siyasetiyle ilgilidir. Amaç psikolojik baskı ve korku salmaktır. Çünkü Saddam, elinde on binlerce çocuk, yaşlı, kadın Kürdün kanı olan ve başka bir zalim tarafından alaşağı edilmiş soykırımcı bir zalimdir. Bu, tıpkı kimi yerlerde elinde binlerce Kürt ve Türkün kanı olan PKK Terör Örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın resminin dağa taşa resmedilmesi gibi bir durum. Öcalan-Saddam resimlerinin yarıştırılması aslında her şeyi özetliyor. İkisinin elinde de sayısız masumun kanı bulunmaktadır. Oysa masum halkların bu ve benzeri tehditlere maruz kalması yalnızca kötülüğün, bozgunculuğun, fitnecilerin işine yarayan elverişli bir zulüm aracıdır. Kaldı ki Saddam Kürt düşmanı olduğu kadar Türkmen düşmanı bir Arap milliyetçisiydi.

Saddam figürünün resimleriyle bir anlamda mesaj verenlerin bir kısmı da Milliyetçi Sünni Araplardır ki onlar, bir şekilde Saddam’ın devrilişiyle zulme uğrayanlardır. Bunların mağduriyetinin kaynağı ABD ve Batı’dır. O resimle verilen mesaj da onlaradır. Ancak Suriye’de esas mesaj Esad’a ve onun sahibi İran’adır. Çünkü Saddam figürü Şiiler ve İran için büyük bir nefretin resmidir.

Saddam Üzerinden Mazlum Halklara Kürt Alınganlığı

Suriye’nin Beşar Esad güçlerinin dışında kalan Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu idaresindeki bölgelerin bazı sokaklarında kimi zaman bir arabanın arkasına, kimi zaman bir meydanda Saddam Hüseyin’in resmini/portresini görmek tuhaf bir sosyoloji denklemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu denklemi çözmek için Baas Rejimini, Baas Rejimi’nin Irak’ta ve Suriye’de (hatta Filistin’in bir kısmındaki yakın muadili el-Fetih ile) nasıl birbirinden ayrılarak aynı isimle varlığını tahakküm ettiklerini, İran-Irak mücadelesini ve savaşını, Saddam Hüseyin-Hafız Esad rekabetini, Saddam Hüseyin’in Filistin’e olan desteğini ve İsrail karşıtı net tutumunu, hem İran’ın hem Suriye’nin hem de Irak’ın İsrail düşmanı olduğu halde kendi aralarında Milyonlarca insanı katlettikleri, evinden/yurdundan ettikleri gerçeğine rağmen İsrail’in deyim yerindeyse kılına dahi zarar vermemiş olmalarını anlamak gerçekten de çok karmaşık bir durumdur. Bu karmaşık ilişkiler ağı üzerine inşa edilmiş denklem; sosyolojik, etnik, mezhepsel, bölgesel güç olma yarışı gibi nedenlerle İran ile Irak’ı mezhepsel ve etnik anlamda, Irak ile Suriye’yi ortak Baas Arap milliyetçiliğine rağmen mezhepsel anlamda hep karşı karşıya getirmiştir. Bütün bu süreçler içerinde iki düşmanın hep üçüncüsü durumunda kalan Kürtler ise hem Saddam’dan hem İran’dan kısmen de baba/oğul Esad’dan en büyük zararı gören tek millet olmuştur. Bütün bu süreçte Kürtlerin tek yardımcısı ve koruyucusu ise Türkiye olmuştur. Şimdi Kuzey Irak Bölgesel Kürt yönetiminin ve halkın Türkiye sevgisi ve saygısı da sanırım bu süreçteki Türkiye’nin mazlum Kürt halkına olan ahdine vefasından gelmektedir.

Kürtler, Kudüs mevzuunda Selahaddin Eyyûbî özelinde bütün Müslümanların gurur duyduğu İslâm’ın en sadık milletlerindendir. Bu anlamda belki de en büyük ilgi, sevgi ve saygıyı vefayane olarak Filistinlilerden bekliyorlardır. Belki de Irak’ta Kürtleri kendi ana yurtlarında soylarını kurutmaya çalışarak onlara soykırım yapmış korkunç bir cani olan Saddam’ın heykeli bu yüzden onları derinden yaralamaktadır.

Sonuç/Değerlendirme

Gerek Filistin topraklarında gerekse Suriye’nin Mazlumlarının olduğu bölgelerde münferit olarak da olsa bir zalimin, soykırımcının, hak bilmez hukuk tanımaz bir diktatörün resmini taşımak en evvela insaniyet namına hoş olmayan bir tutumdur. Sonra ki bizim için en önemlisi budur; İslâmiyet açısından uygun değildir ki kaldı partisinin ideolojisi ve aşırılıkları başlı başına İslâm dışıdır. Ha birde içimizde bu coğrafyanın en kadim halkı olan ve İslâm’ın yetimi olan Kürtlere yaptığı soykırım gerekçesiyle bu zalimin resmini taşımak hiçbir tarihi/kültürel ortaklığa, İslâmî/vicdanî kardeşliğe ve komşuluk/akrabalık hukukuna yakışmamaktadır. Bütün bu söylenenlerden sonra velev ki bir mazlum, kendi Müslüman kardeşine yapılan zulümleri hiçbir şekilde tasvip etmeden yalnızca içinde bulunduğu acının tarifsiz ağırlığıyla salt düşmanı İsrail devletini, Esad rejimini onun resmiyle üzüp kendisi de bir nefes alıyorsa bu kardeşlerimize tutumuz da hüsnü zan üzere olmalıdır: Savaş halinde haram leşin etinin dahi zaruriyet ölçüsünde müsaade edilmesi babında o zalimin resminin diğer zalimlere sallanması göz ardı edilebilir diyelim. Ama bu hareketin kırılacak, mahzunlaşacak hatta fitneye düşecek Müslüman kardeşlerine yaptıklarına değmeyeceğini de o bayrağı sallayanlar iyi düşünmelidirler.

Zalim zalimdir. Birilerine yaptığı kimi yardımlar, o zalimi temize çıkarmaz. Onu şehitlik mertebesine çıkarmaz. On binlerce insanın bizzat katili, milyonlarca insanın ölümüne siyasetiyle sebep olan zalim, başka bir zalim tarafından öldürüldü diye de şehit olmaz. Çünkü zalim zalimdir.

Ortadoğu’da 20. Yüzyılda yaşananlar; her devletin, milletin, toplumun, cemaat, grup ve partinin temeline inanç ve ideolojiyle birlikte tarihsel bir düşmanlık ve güncel bir politik dostluk anlayışı yerleştirmiştir. İttifaklar veya müttefikler değiştikçe bu unsurların politik anlayışları da değişmiş ve kimi zaman günlük bir değişime maruz kalmıştır. Bir araya gelemeyecekleri dahi zaman içerisinde menfaatler çerçevesinde dost/müttefik yapan değişimler bir yerden sonra kimin ne olduğunu kim olduğunu da belirsizleştirmiştir/muğlaklaştırmıştır. Bu ilkesiz döngü ve değişimler sonucunda en büyük zararı ise bireylerin inanç ve ahlak ilkeleriyle bir araya getirdiği toplumlar görmüştür.

Tekrardan Filistin üzerinden mevzuyu özetleyecek olursak; Filistin’in bir kısmının Saddam sevgisi ile Saddam’ın Kürt ve Türkmen düşmanı bir soykırımcı olması arasında bir bağlantı yoktur. Ve hiçbir Filistinli, Saddam’ın Kürt soykırımını desteklemez, yalnızca bir kesimi onun kendilerine olan desteğini unutmazlar. Bütün bu anlatılmaya çalışılanlardan sonra; Saddam figürü üzerinden Ümmetin Yetimi Kürt halkı ile Mazlum Filistin halkı arasına nifak tohumu ekmek ne vicdani ne ahlaki ne insani ne de İslamî’dir. Bu tutum yani Saddam’ın heykeli veya resmi üzerinden Mazlum halkların Kürt düşmanı olduğunu iddia etmek ya da ima etmek, Saddam’ın Kürt düşmanlığına hizmet etmekten başka hiç bir amaca hizmet etmez. Bilmeyenlere garip gelen ise Saddam’ın karizmatik asker üniformalı resimlerinden Kürtlerden başka hiç kimsenin rahatsızlık duymaması ve tepki göstermeyişidir. Oysa Saddam zalim, katil ve faşist bir devlet başkanı idi. Ve zulmü Kürtler kadar olmasa da Türkmenleri de bulmuştur.

Sözün özü; Müslümanların tarihine bakıldığında daha Emeviler’den itibaren hatta Cemel Vakası’ndan başlayarak günümüze kadar kimi zaman kendi içlerinde aynı akraba topluluklar, aynı milletler; kimi zaman devletler, milletler, toplumlar, mezhepler düzeyinde birbirleriyle mütemadiyen savaşmışlar, birbirlerine zulmetmişlerdir. Dünyanın gördüğü en büyük iki vahşet olan Moğol ve Haçlı saldırılarından daha çok Müslümanlar birbirlerine zarar vermiş, zulmetmişlerdir. Bu sebeple geçmişe bakıp milletlerin, toplumların birbirine yaptığı kötülükler üzerinden bugünün her olayı okunmamalıdır. Onlar da atalarımıza şu kötülüklerde bulunmuşlardı ön kabulüyle şimdi zulüm gören Müslüman kardeşine duyarsız kalınmamalıdır. Müslümanlar birbirini incitecek davranışlardan kaçınmalıdır. Tarihten gelen acıları paylaşmalı, ne istismar etmeli ne de kin ve nefrete dönüştürmelidir. Müslümanlar, zamanında kendisine kötülük yapmış Müslüman kardeşlerini affedebilmeli, birbirine düşmanlık beslememelidir. Yoksa küçülürler, ayrılırlar, zayıf düşerler ve sırf Müslüman oldukları için kendisine saldıran toplu güçlere, milletlere yenik düşerler. Tıpkı dün Bosna’da, Çeçenistan’da… bugün Doğu Türkistan’da, Suriye’de, Filistin’de olduğu gibi…

Mehmet Karasakal