2019 yılının ikinci yarısında İran’da patlak veren iç karışıklıklar ve Irak’taki Şiilerin neredeyse İran karşıtlığına dönüşen eylemleri ve tutumları İran’ın mezhepsel politik gücünü iyice zora sokmuştu. Oysa İran bu politik mezhepçilik adına, adeta Esed’in ideolojik askeri ve Rusya’nın ileri karakol vazifesine dönüşerek Suriye’de milyona yakın Sünni masum halkı katletmiş, bunun yedi sekiz katını da yerinden yurdundan etmişti. Ve Suriye’de kimin eli kimin cebinde olduğu belli olmayan bu dönemde bazen müttefikler dahi yanlışlıkla kendi askerlerini vurduğu halde Suriye’de cirit atan hiçbir Amerikan askerinin burnu dahi kanamamıştı. Ölen yalnızca muhalif olarak ifade edilen masum Sünni Suriye halkları idi. Böylesi bir zaman ve ortamda 2020 yılının ilk günlerinde bütün dünyayı endişelendiren hatta mübalağa edilmezse 11 Eylül saldırıları öneminde bir terör saldırısı gerçekleştirildi. Hem de 11 Eylül saldırılarının ve genel anlamda küresel terörün ev sahibi Amerika tarafından.

Yılın son gününde, 31 Aralık 2019’da, ABD’nin Haşdi Şabi’ye yönelik hava saldırısını kınayan Haşdi Şabi yanlıları, ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’ne girmeye çalışıp duvarları ateşe vermiş, olaylar giderek büyümüştü. Trump’a göre bu gelişme onun İran’ı en şiddetli şekilde cezalandırmasına yeterli bir sebepti. Takvimler 3 Ocak 2020 Cuma günü, zalim bir devletin zalim bir askeri suikast ile katletmesini not etmiştir. Orta Doğu’da ve bütün dünyada tansiyonu yükselten bu gelişmenin faili Pentagon’dan yapılan yazılı açıklamada, “ABD ordusu, Başkan’ın talimatı ile, ABD tarafından yabancı terör örgütü olarak tanınan İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü’nün Komutanı Kasım Süleymani’yi öldürerek (bölgedeki) ABD personelini korumak için kararlı ve savunma amaçlı bir adım atmıştır.” ifadeleri ajanslara düşmüş ve dünya adeta şok olmuştur.

ABD’nin Irak’ın başkenti Bağdat’ta düzenlediği terör hava saldırısıyla öldürülen İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve  Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis’in öldürülmesi Ortadoğu üzerinden iyice kutuplaşan dünya devletlerini diken üstü bir hale getirmişti. Çünkü gerçekleştirilen bu devlet terörü, ne 1. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyen Avusturya Arşidükünün bir Sırp milliyetçisi tarafından suikaste uğramasından ne de 2. Dünya Savaşı’nı başlatan Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesinden daha hafif gerekçe değildi.

Peki, neden Kasım Süleymani hedef gösterildi? Çünkü Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’deki çatışmaların baş aktörü, oyun kurucusu Kasım Süleymani, İran’ın ülke dışındaki operasyonlarından sorumlu komutanıydı ve bu ülkelerdeki çatışmalarda önemli bir rol oynuyor, bölgedeki politikaların belirlenmesinde etkili oluyordu. Ve İran’ın en önemli adamı idi. Süleymani’nin İran’dan Şam’a, Şam’dan Beyrut’a, Beyrut’tan Bağdat’a geçip ve Bağdat havaalanına indiğinde bombardmanla vurularak öldürülmesi onun Ortadoğu’da (Şii hilalinde) nasıl etkili bir isim olduğunu ölürken dahi herkese açıklıyordu. Bu sebeple ABD’nin İran nezdinde en büyük bireysel düşmanı Süleymani idi.

ABD’nin gerçekleştirdiği uluslararası bir terör eylemi ile yani Kasım Süleymani ve arkadaşlarının muharebe tekniğiyle imha edildiği suikast ile dünyanın bütün gözü Ortadoğuya çevrildi. Çünkü Ortadoğu, soğuk savaş döneminden sonra tekrar iki kutuplu bir hal almış, bunun da en net görüntüsü Ortadoğu’daki ittifaklardı.

Müslüman ülkelerin genel uluslararası ilişki durumuna bakıldığında; çoğunluğunun birbiriyle ilişkisi Batılı müttefiklerinin ilişkileri kadardır. Mesela İran’ın bölgedeki en büyük düşmanı da ABD idi. Düşman ABD olunca onunla müttefik olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri de İran’ın bölgedeki en büyük doğal rakipleri durumunda idi. Zaten İran ve Suriye’nin dışındaki hemen hemen bütün Müslüman ülkeleri Amerika’nın ya dostu ya da müttefiki idi. Tabi bir de Türkiye gibi hem İran’ın ve Suriye’nin müttefiki İran ve Çin ile dost ve müttefik hem de Amerika ile dost ve müttefik devletler bulunmaktadır.

Bu suikast sonucunda, mevzu hangi uluslararası çıkar ilişkisi ve hangi intikam duygusu olursa olsun; Amerika, İngiltere, İsrail, Rusya, Çin gibi devletlere sırf bu olayı gerçekleştirdiği için sempati duymak Müslümanım diyen toplumların dinini sorgulamalarını gerektirir. Yine sırf İslâm düşmanı devletler tarafından katledilerek öldürülmüş olmaları sebebiyle de Saddam, Esed, Süleymani gibi zalim soykırımcı katilleri de hiçbir Müslüman mağdur, masum ve günahsız olarak göremez ki bunlara sempati duyan Müslümanların da imanını sorgulaması gerekir. İlkinde devletler; ikincisinde kişiler sorundur. Bu ayırım iyi yapılmalıdır ki Müslümanlar arasında bir ırkçılık, mezhepçilik, hizipçilik fitnesine yol açmasın. Hiç bir Müslüman ABD katliam yaptı diye sevinemez! Hiç bir Müslüman elinde binlerce masumun kanı bulunan bir zalimin ölümüne de üzülemez. Çünkü Kasım Süleymani hem Rusya’nın Suriye’deki ölüm makinesi hem de Amerika’nın Irak’taki eski suç ortağı olan suç ve günah dosyası oldukça kabarık bir zalimdir.

Bir musibet bin nasihatten evladır, belki İran, bu suikast vesilesiyle İran Ortadoğu’daki Amerikan tarifli terör tanımını değiştirir/günceller, kendisini can evinden vuran ABD teröristlerinin gerçek yüzünü görür, hangi şart ve halde olursa olsun bir daha Sünni din kardeşlerine karşı daha önce Afganistan’ın işgalinde, Irak’ın işgalinde olduğu gibi Amerika’nın kiralık askeri olmaz. Hatta ferasetli olur bugün iyi günler yaşadığı ama gerçekte Müslümanların bir diğer düşmanı olan Rusya ile de aynı acıyı yaşamadan dostluğunu sıradan ikili devlet ilişkileri düzeyine getirir.

28 Şubat sürecinde mağdur olan milli görüşün partisi Saadet Parti ile o dönem zihniyetinin temsilci olan Doğu Perinçek siyasal grubu, Kasım Süleymani’nin öldürülmesine aynı tepkiyi vermiş, üzüntülerini dile getirmiştir. Kemalistler, Alevileri temsil eden ağırlıklı sosyalist gruplar ve Ak Parti iktidar yüzü, biraz da devleti temsil etme sorumluluğuyla olsa gerek, Süleymani’nin ölümünden üzüntü duyan ve İran’a taziyede bulunan taraflar olmuştur. Hüdapar da aynı şekilde üzüntülerini dile getirirken, Akp ve Hdp tabanları net bir şekilde bir zalimin öldürülmesinden memnuniyet duymuşlardır. Başta Sünni Kürtler ve HDP tabanı olmak üzere, hemen hemen bütün İslâmi sivil toplum örgütleri, cemat ve dernekler, Ak Parti’nin hatırı sayılır sayıdaki dindar tabanı (milliyetçi taban hariç) ise ABD’nin suikastini desteklemedikleri halde, ABD’ye karşı kin ve nefretleri baki kalmak koşuluyla Süleymani’nin ölümünden herhangi bir üzüntü ve rahatsızlık duymadılar, hatta bunu kaderin cilvesi tevilindeki manevi memnuniyetlerini dile getirmekten de imtina etmediler. Çünkü Kasım Süleymani, bu kesimin tamamının canını milyonlarca kez yakmış, kendisinin yaşadığı akıbetin aynısını yaşattığı milyonlarca masum insanın katili olarak bitmez tükenmez bir nefretin ve kinin sembolü olmuştur.

Gariptir 28 Şubatta dindar kesimi ötekileştiren Kemalist ve sol gruplar, dindarları “yallah İran’a” diye aşağılayıp yok sayarken, bugün o dindarlar İran karşıtı ve Süleymani’nin ölümünü hoşnut karşılarken, “yallahçılar” İran’a taziyede bulunup acılarına ortak olmaktadırlar. Üstelik her iki kesim de anti-emperyalist, anti-amerikancı olduğu halde. Türkiye sosyolojisi son yıllarda her konuda olduğu gibi bu suikaste verilen tepkilerde de beklenmeyen şekilde ayrışarak gerçekten anlaşılması en zor zamanlarını yaşamaktadır.

Bu suikast bir kez daha genel anlamda ümmetin bölünmüşlüğünü ve özelde de Türkiye’nin kutuplaşmışlığını bütün çıplaklığıyla gözler öne sermiştir. Müslümanlar olarak Şii ve Sünni bölünmüşlüğünü derinleştiren Süleymani’nin öldürülmesi bir kesimi ağıtlarla yasa boğarken diğer bir kesimi sevinç zılgıtlarıyla mutlu etmiştir. Bu hazin tablonun ortaya çıkmasında; mezhepsel çatışmalar gibi dini, devletlerin çıkar mücadelesi gibi siyasi ve öldürülen Süleymani’nin 1979’da Kürtlere, Suriye İç Savaşında Sünni Araplara ve Yemen’de Hadi hükümeti güçlerine karşı rol aldığı katliamlardan dolayı bireysel, birtakım etkiler sebep olmuştur.

Her olayın bir komplo teorisi vardır. Bu suikast için söylenen ise; Süleymani’nin öldürülmesinin İran iç-dış siyasetiyle teopolitik ilgisi: Kendi ülkesindeki protestolar ile içte ve Irak’taki Şiilerin İran karşıtlığıyla dışta sıkışan İran rejiminin nüfuzunu yeniden tahakküm etmek için kontrollü bir ABD çatışmasına ihtiyacı vardı. Çünkü Şiileri bir arada tutan siyasi harç Amerika ve İsrail karşıtlığıdır. Sürekli dillendirilen bir söz vardır: “ABD Ortadoğu’daki varlığını İran’a, İran Ortadoğu ‘daki karizmasını ABD karşıtlığına borçludur.”

Çok önceleri Usame bin Ladin’in, 26 Ekim 2019 tarihinde DAEŞ’in lideri Ebubekir el Bağdadi’nin Amerika tarafından öldürüldüğünün açıklanmasından yaklaşık iki ay sonra Trump tarafından emri verilen bir suikastle Kasım Süleymani’nin öldürülmesi Amerika‘nın ve Batı’nın Ortadoğu/İslam bakışını özetlemektedir. Şia’ya, Selefi’lere, Sünnilere yani aslında İslâm’ın kendisine düşman olan Amerika’nın ne olduğunu sanırım yine Müslümanlardan başka herkes öğrendi.

Her olayın bir de kader üzerinden açıklanması durumu vardır. Ve bu ölümün diğer bütün ölümlerden farklı bir nasihati vardır. Kaderin bir cilvesidir, Süleymani Suriye ve Irak’ta ölümüne sebep olduğu milyonlarca masumla aynı kaderi paylaştı, ailesi ve sevenleri o milyonların yakınlarının çektiği acılarının aynısı yaşadı. Başına gökten düşen ağır bombalarla vücudu paramparça oldu. Cesedi, parmağına taktığı yüzükten teşhis edilebildi. Tabuta cesedi bir torbaya toplanarak kondu. Yıllar önce Irak’ın işgalinde ABD askerlerine Bağdat’ta eşlik eden Süleymani yıllar sonra aynı yerde Bağdat’ta ABD’nin bombardımanıyla, tıpkı Bağdatlılar gibi aynı katilin aynı silahıyla vuruldu ve öldü.

Ne mutlu “zulüm bizdense ben bizden değilim” diyenlere…

Şimdi biz Müslümanlara düşen; dinde ayrımcılığa, tefrikaya, ötekileştirmeye yol açan dine sonradan dâhil edilen bütün unsurları bir tarafa bırakıp yalnızca Allah’ın peygamberi aracılığıyla bize gönderdiği dine tabii olmaktır. İslâm, bütün Müslümanları ayrıştırmak için değil birleştirmek üzere inşa edilmiş bir dindir. Ve bizi ayrıştıran unsurları terk edip, İslâm’ın özüne dönelim. İslâm’ın özü ise:

Kelime-i Şehadet “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü” getiren, Kelime-i Tevhid “Lâ ilahe illâllah Muhammedün rasûlüllah” diyen; bütün Müslümanlara dinini öğreten Cibril Hadisinde geçen İslâm’ın farzı, yani İslâmın ne olduğunu peşinen kabul eden (Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed Aleyhisselam’ın da Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve güç yetirene Beyt’i hac etmektir.) Ve İmanın esaslarına iman eden (Allah’a iman, Meleklere iman, Kitaplara iman, Peygamberlere iman, Âhiret gününe iman ve Kadere İmandır.) her Müslüman birbirinin kardeşidir.

Bu inanç esasları bütün Müslümanların ortak ahlakıdır. Şimdi bu olay üzerinden bir nasihat çıkartmak ve bütün Müslümanlar olarak inanç ve duygu birliğiyle yeniden bir araya gelmek bizim elimizdedir. Devletlerimizin, vatanlarımızın, milliyetlerimizin, dillerimizin farklılığı buna engel değil bilakis bunlar Allah’ın sünnetleridir. Hataları, yanlışları, suçları, Allah rızası için affedip yeniden kardeş olmak gerekmektedir. Yeryüzünde samimi Müslümanlar için Müslümanlar ve diğerleri vardır. Bu anlayışla bütün Müslümanların birbirini kucaklayıp, kardeşlik hukukunu yeniden inşa etmesi diğerleriyle dost ve müttefik olmaktan hem daha kolay hem de tek çaredir.