Abbâsî İkinci Halifesi Mansur tarafından inşa edilen ve 765 yılında inşası tamamlanan Bağdat, Dicle ve Fırat Nehirleri arasında, nehirlerin birbirine çok yaklaştığı ve şehrin bir nehirden diğerine yayılabileceği muhteşem bir alan üzerine inşa edilmiştir. Şehir, müthiş bir mimari ile idari, sosyal ve ekonomik hayat planlanarak muazzam bir nizama sahipti. Bağdat şehrinin Kûfe, Şam, Basra ve Horasan yönlerine açılan dört kapısı vardı. Halife Mansur’un adını Medînetüsselâm olarak koyduğu şehir, daha önceleri de birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bir alan üzerine kurulmuş, Bağdat ismini ise daha sonra almıştır.
Halife Mansur, devletin yönetim merkezini Şam’dan Bağdat’a taşımış, Bağdat şehri böylelikle; siyasi, askerî, idari, bilimsel, mimari ve sanatsal yönden dünyanın sayılı şehirleri arasına girmiştir. Burası artık, dünyanın en büyük imparatorluğunun komuta merkeziydi. Yirmi yıl içinde Bağdat dünyanın en büyük şehri haline gelmiştir. Öyle ki o zamana kadar nüfusu 1 Milyonu aşan ilk kent olmuştur.
Bağdat, planlananın çok ötesinde nehirlerin arasında değil ötesine geçmiş ve kentin çevresinden akması planlanan Dicle ile Fırat, Bağdat’ın içinden akar hale gelmişti. Dicle ve Fırat nehirlerinin Şattülarap’ta birleşerek Basra Körfezi’nden Hint Okyanusu’na açılması Bağdat’ı dünyaya açmış, zaten karayoluyla da her yere ulaşılabilir olan şehir, hem kervanların hem de gemilerin birleştiği bir nokta olarak uluslararası anlamda jeostratejik bir konuma gelmiştir. Çin, Hindistan, Afrika ve İspanya gibi dünyanın her farklı yönünden birçok geminin limanı ve kervanların güzergâh merkezi haline gelen Bağdat, dünya tüccarlarının ortak adresi haline gelmişti.
Şehirde hastane, rasathane ve medrese gibi mimari yapıların bulunması bilim, kültür ve sanat faaliyetlerinin gelişmesinde etkili olmuştur. Halife ve diğer devlet yöneticileri İskenderiye, Cündişâpûr, Harran, Nusaybin ve İstanbul gibi şehirlerden birçok bilim insanının Bağdat’a gelmesini sağlamışlardır. Dünya ticaretinin merkezi olma hüviyetinin yanında artık Bağdat, (Halife el-Me’mun Dönemi’yle birlikte) bilim dünyasının da en önemli merkezi olmuş; âlimler, irfan ve fazilet sahipleri bu şehirde toplanmaya başlamıştır. Astronomi, tıp, kimya, matematik alanlarında çalışmalar başlamış; açılan tercüme okulları sayesinde kitaplara ve kitapçılara ilgi artmış, böylece Bağdat bu dönemde ticaret, bilim ve din anlamında İslâm medeniyetinin tartışmasız başkenti olmuştur. Hanefî ve Hanbelî mezhepleri burada doğmuştur. Ayrıca Beytülhikme gibi tercüme yapılan diğer kuruluşlar da burada bulunuyordu.
Masallar ülkesi Bağdat’a zarar veren ilk yıkım Halife Hârûn er-Reşîd’in çocukları Emin ile Me’mûn arasında cereyan eden iktidar mücadelesi ile vuku bulmuş, on dört ay süren kuşatmadan büyük zararlar görmüştür. Bu dönemki mücadele aslında saray içerisinde Arap-İran çekişmesinin bir sonucuydu. (Hem Kureyşli, Haşimi hem de Abbâsî ailesine mensup olduğu için Araplar Emîn’i; annesi İranlı bir câriye olan Me’mûn’u da İranlılar destekliyordu. Kazanan Me’mûn olmuştu. Ama 819 yılına kadar olan Bağdat’a ve insanına olmuştu. Halk, Bağdat… Bağdat… diye ağıt yakıyordu.)
865’li yıllarda bu defa Mûstaîn ile Mutaz arasındaki mücadeleler sonucunda Bağdat yine büyük zarar gördü. (İran-Arap mücadeleleri artık Şii-Sünni mücadelesine dönüşmüştü.) Dillerde yine Bağdat… Bağdat… ağıtları vardı. 11. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise kalıcı bir gerilemeye başladı, birçok yer harap oldu, bağ-bahçelerin yerini virane yerler aldı.
13. yüzyılın başlarında yine ciddi mezhep savaşları yaşandı, bu dönemlerde yangın, sel ve iç karışıklıklardan çok kan döküldü, çok acı yaşandı. Bağdat yine harap oldu. Ah Bağdat ah.
10 Şubat 1258’den itibaren Bağdat’a musallat olanlar ise tarihin daha önce eşine benzerine rastlamadığı yıkım ve ölüm imparatorluğu Moğallar idi. Bağdat’ta 100 binin üzerinde insan katledildi. Bu dönemde Moğol canilerince Bağdat ve havalisinde katledilen insanların sayısı; tarihi kayıtlarda 800 bine kadar çıkmaktadır. Moğolların bu Bağdat istilası dünya tarihinin en korkunç soykırımı olarak tarihe geçmiştir. Bağdat! Bağdat!
1401’de Timur’un ikinci Bağdat işgalinde de şehir çok zarar gördü, çok sayıda insan suçsuz yere öldürüldü. Bağdat! Bağdat!
1410-1467 yılları arasında Karakoyunlu ve Akkoyunlu hakimiyet dönemlerindeki çekişmelerden de şehir zarar görmüş, gerilemeye devam etmiştir.
Bağdat, 16. Yüzyılda Osmanlı-Safavi mücadelesine sahne oldu. Birkaç el değişikliğinden sonra 1534’de Kanûnî döneminde Osmanlıya geçti ve 29 Mayıs 1555 tarihindeki Amasya muahedesi ile hukuken Osmanlıya bağlandı. Yaklaşık dört yüzyıl Osmanlı hakimiyetinde olduğu sürece de defalarca İran ile Bağdat mücadelesi devam etti. Lozan Antlaşmasına kadar da hukuken Osmanlı’ya bağlı kaldı. 23 Ağustos 1921 tarihinde Kral Faysal tarafından Irak Krallığı kurulunca bu devletin başkenti oldu.
1958’de Irak Darbesi ile 2. Faysal tahttan indirilip yerine Irak Cumhuriyeti kuruldu, Muhammed Necib er-Rubai ilk cumhurbaşkanı oldu. Ve Irak adım adım Hür Subaylar Hareketi eliyle Baas Sosyalist Arap Milliyetçiliğine yöneldi. 16 Temmuz 1979’da, Irak 4. Cumhurbaşkanı Ahmed Hasan el-Bekir Bekr’in sağlık gerekçeleriyle istifası üzerine onun yerine Saddam Hüseyin geçti. Saddam Hüseyin1990’ların başında, Baas Partisini “Arap Milliyetçisi ve İslamcı” parti olarak ilan etti. Ve bu tarihten sonra Sünni Araplar dışında kalan etnik olarak Kürtler ve Türkmenler, mezhepsel olarak Şiiler büyük baskı ve zulümler görmeye başladı. Özellikle Kürtlere yönelik yaptığı büyük soykırımlar neticesinde adı büyük zalimlerden olarak tarihe geçen Saddam, 9 Nisan 2003 yılında Amerikan destekli bir darbeyle devrilmiş, bir zalim yine bir zalimin eliyle müstahakkını bulmuştur.
Bağdat.. ah Bağdat…
İşte bu tarihten sonra Bağdat başta olmak üzere bütün ırak inanılmaz acılara ve zulümlere sahne olmuştur. Bir daha eski Bağdat olamamıştır. Bu yirmi yıllık süreçte güç dengesi değişmiş, Bağdat’ta yüzyıllar sonra İran’ın etkisi güçlenmiş, aynı yerde bu defa Saddam’ı hatırltan bir Şii baskısı görülmeye başlanmıştır.
29.08.2022 tarihinde Bağdat’ta başlayan ve bütün bu karanlık tarihi zihinlerde yeniden yaşatan kanlı çatışmalar; yine acı, yine ölüm, yine ağıt olarak Bağdat sokaklarında kendini göstermiştir.
Kim bilir bu kaçıncı ölüm Bağdat için, bir şehir daha kaç kere ölebilir…
Kaynaklar
1- Abdülazîz ed-Dûrî, TDV İslâm Ansiklopedisi, C:4, “Bağdad”, İstanbul 1991, s. 425-433.
2- Azmi Özcan, TDV İslâm Ansiklopedisi, C:4, “Bağdad”, İstanbul 1991, s.441-442.
3- Mehmet Karasakal, İslâm Tarihi, Nida Yayınları, İstanbul 2022, s.299.
Mehmet Karasakal
Son Yorumlar