Allah Azze ve Celle’nin kainatı yaratırken koyduğu kanunlar çerçevesinde deprem kaderdir. Çünkü, Rabbül Alemin yeryüzünü yaratırken onu bir kadere bağladı. Allah Azze ve Celle, Kur’an-ı Kerim’de Kainatı ve dünyayı belli bir ölçüye, düzene ve plana göre yarattığını (Kamer/49’da) bildirmektedir. Bu ölçü, düzen ve plana dünyanın fiziki yapısı, yeryüzü ve yer altı hareketlilikleri de tabidir. Mevsimler, gece-gündüz, yağışlar, rüzgâr-fırtına, zelzele bu yeryüzünün yaratılış yasasına tabi olarak zamanı geldiğinde kendi faaliyetlerini gerçekleştireceklerdir. Çünkü bu kader üzerine kurgulanmışlardır. Ve El Âlim olan Allah Azze ve Celle,bu alandaki ilime talip olanlara bunun ilminden de istifade edip, tedbirler almasını sağlamıştır. Jeoloji, Astroloji, Meteroloji, Fizik, Kimya, Mimarlık, Mühendislik bu alanda ortaya çıkabilecek müşkülatların tedbiri için ortaya çıkmıştır. Yani bu bilimler kadere teslim olmada tevekkül aracıdır. Yani bilim adamlarınca belirlenen fay hatları ve hareketliliği, zemin etütü ve yeryüzü şekillerine, iklime ve yeraltı yapısına göre elde edilen bilimsel raporlara göre doğru malzemenin, doğru işçilikle, doğru aşamalardan geçerek yapılacak binalar için harekete geçme eylemi olan tevekkül, depremin kaderine en doğru şekilde teslim olmayı sağlamaktadır.

Depremin durumu, Güneş çarpmasından dolayı ölenin durumu ile güneşlenerek sıhhat bulan kişilerin durumu gibidir. Depremin durumu denizde, gölde, nehirde boğularak ölen kişilerin durumu, batan gemilerin durumu ile yüzerek sudan istifade eden, sağlık bulan ve suda gemilerini yürüterek ondan faydalanan kişilerin durumu gibidir. Deprem yerküre için, tabiat için Allah’ın yarattığı dünya hayatının dengesi açısından faydalıdır; yanlış yerlerde, yanlış veya eksik malzemelerle ve hesapsız ilimle yapılan binaların yıkımı sonrası yol açtığı can kayıpları için zararlıdır, felakettir.

Bulutunu, yağmurunu, karını, şimşeğini, depremini ve sayısız birçok özelliğini bir kanunla, ilimle, bir dengeyle ve şaşmaz bir intizam ile, kaderiyle yarattı. Neyi ne zaman gerçekleştireceğini kendi tayin etti, tıpkı kurumuş bir yaprağın dalından düşmesini dahi bağladığı kader gibi. Ancak kader, imtihan değildir. Kader, yalnızca Allah’ın bildiği ve Allah’ın tayin ettiği gelişmelerdir. Deprem kaderdir, bu kaderden dolayı ölenler de olabilir, bu onların kaderi olabilir, tıpkı mucizevi bir şekilde burnu dahi kanamadan kurtulanlar gibi. Ama depremde ihmaller sonucu yıkılan evler ve o evlerin içinde ölenlerin durumunu yalnızca kadere mal etmek eksik bir yaklaşımdır.” İmara açılan yerin zemin etüdünü yapmayan kamu yetkilileri, imara açılan yerin yapı ruhsatını veren yerel yönetim yetkilileri, İnşaatı yapan müteahhit, projelendiren mühendis, inşaatın yapım aşamasından sorumlu şantiye görevlisi ve inşaatta çalışan onlarca ustanın eksiklikleri sonucu ortaya konulan bir binanın yıkılmasını kadere bağlamak, kaderi inkâr etmek gibi bir şeydir. İnsanoğlunun imtihan için yaratıldığını iman eden herkes tereddütsüz bilir ama insanoğlunun tercihlerine göre yöneldiği yolun kaderine girdiğini çoğu zaman bilmez. Kader her fiilin mutlak sebebi görüldüğü zaman failin fiildeki sorumluluğu ortadan kalkar, o zaman imtihan da ortadan kalkar. Hassas bir konu olduğu için biraz fazla örnekleme yapmak zorunda kaldım. Aslında söylemek istediğim basit ve kısa bir cümleydi: Deprem öldürmez, sistematik yanlışların inşaa ettiği evler öldürür. Çünkü Allah Azze ve Celle, çok net bir şekilde ifade etmiştir: “Allah insanlara asla zulmetmez. Lâkin insanlar kendi kendilerine zulmederler.” (Yûnus/44)

Deprem kader kolerasyonunu kuranların en büyük hatası ise maalesef Kur’an-ı Kerim’de geçen geçmiş kavimlerin başına gelen helakların oluş şeklidir. Oysa orada esas mesele helakların oluş şekli değil meydana geliş sebebidir. Zelzele ile, sel ile ses ile helak olan kavimlerin ölüm sebepleri bu felaketler değil, bu felaketlere maruz bırakılma gerekçileridir yani haddi aşmaları, Allah’a ve Resûllerine itaatsizlikleridir. Buradaki temel hata ise Allah’ın bizzat kendisinin anlattığı tarihi olayları günümüz olayları ile yorumlama genelleme hatasıdır. Yani tarihi bir olayın okunma biçimindeki yanılgıdır; Allah merkezli (Lâhûtî/Teosentrik)okumaların Tarihî/Olgusal (Nâsûtî) okumalarla genellenmesidir.

Mesala, Nûh Aleyhisselam zamanındaki Tufanı, Hûd Aleyhisselam zamanındaki Âd Kavmi’nin yaşadığı kasırgayı, Salih Aleyhisselam zamanında Semûd Kavmi’nin başına glen ses, yıldırım ve zelzeleyi, Şuayb Aleyhisselam’ın Medyen ve Eyke halkının başlarına gelen yüksek ses ve zelzeleyi, Sebe halkının yaşadığı Arîm Seli’ni; Allah merkezli yorumlayıp bunları birer doğa olayı olarak değil ilahî cezalandırma olarak yorumlamak zorundayız. Bunun yanında peygamberler devrinin kapanmasından sonra meydana gelen sel, deprem, kasırga ve heyelan gibi olayları da Olgusal olarak değerlendirmemiz gerekmektedir.

Peygamberi dönemin kapanmasıyla birlikte o dönemlerde yaşanan toplu helaklar da kaldırılmıştır. Resûlullah Aleyhisselam’dan kıyamete kadar devam edecek dünya hayatında insanların helakları kendi aralarında olacaktır. Yani insanoğlu kendi ettiğini bulacaktır. Tıpkı depremlerdeki ve diğer doğal afetlerdeki ihmaller gibi.

Bu yaklaşımdan sonra deprem hadisesini yalnızca Aristocu bir yaklaşımla yalnızca bir doğa olayı olarak görmek ve sonuçlarının ibretlik boyutlarını dinden ve nasihat ikliminden kopartmak da ayrı bir eksikliktir. Çünkü tarih boyunca İslâm’ın ilk gününden günümüze yaşanan depremler ve doğal afetler üzerine Resûlullah Aleyhisselam’ın, sahabenin ve İslâm âlimlerinin depremlerin daha çok dinî ve ahlâkî boyutuyla algılamış olması ve bu olaylardan nasihatler alınması gereği yaklaşımı da çok önemlidir. Bu tarz afetlerde çokça dua edilmesi, namaz kılınması, Allah’a sığınılması, tövbe-istiğfarda bulunması tavsiyeleri de çok önemlidir. Felaketler üzerine başkalarının günahını gerekçe göstermek yerine her Müslümanın kendi kendini hesaba çekip daha iyi bir insan ve Müslüman olmayı gündemine alması en önemli nasihattir.

Referans Gazetesi – 23.03.2023