Kimlik, en dar anlamıyla kişinin kim olduğudur. Kişinin kim olduğunun somut ispatı olan belge ise Kimlik Belgesidir( Nüfus Cüzdanıdır). Bu belgeyi kıymetli kılan ise kimlik sahibi değil, belgeyi veren, o kişiyi meşrulaştıran kurum, yani devlettir. Yani dünyanın en muhteşem, en iyi, en mükemmel insanı olsanızda sizi dünyada var gösteren, varlık ispatınız Kimlik Belgenizdir ( Kafa kâğıdınızdır). Bu kimlik belgesi, özellikle 19.yy.’dan itibaren başlayan ve 20. yy.’da yaygınlaşan Ulus Devlet biçimiyle ve İki dünya savaşının nihayetinde sınırların kati olarak netleşmesiyle en önemli halini almıştır.
Sosyal bir varlık olarak insan; nitelik ve sıfat olarak taşıdığı özellikler ve ırk, soy, renk, dil gibi bir takım doğuştan edindiği özellikler bir araya gelerek kişiyi ve kişinin toplumsal kimliğini oluşturmaktadır. İnsana ait bu kimliği belgeleyen devlettir. Ve hangi devletin kimliği belgelediği, o kişinin hangi devletin üyesi olduğu anlamı açısından önemlidir. Bu üyelik belli bir zaman ve yaşam temposu sürecinde bir çok kimlikten ortak bir kültür ve ortak bir yaşam biçimi çıkarması sonucunda önemli bir aşama kat etmektedir. Bu süreç belli bir sürede tamamlanır ve ayrı ayrı kimliklerden bir kültür ve bir toplum inşa edilir. Ve devlet inşa süreci bitince her bir insanını, kişisini, bireyini kayıt altına alır. İşte bu kayıt altına aldığının belgesidir ” kimlik belgesi”.
Devletler zamanla ekonomik olarak, siyasal olarak, kültürel ve sanatsal olarak bir birinden gelişmişlik olarak ayrışır. Burada bazı ülkeler, gelişmiş ülkeler iken, bazı ülkeler geri kalmış olarak kendini gösterir. Bu aynı zamanda iki ülkenin kimlik belgesi değeri açısından da paralellik gösterir. Gelişmiş bir ülkenin kimlik belgesi geri kalmış bir ülkenin kimlik belgesinden daha değerli görülür. Ki birçok geri kalmış ülkenin insanının gelişmiş ülkelere iltica etme isteğinin temelinde kimlik belgesi yatmaktadır. Ama gelişmiş bir ülkenin kimlik belgesi iyi kimlikli insanlar tarafından oluşturulduğu için devletlerde bu kimliği koruma altına alıp her kimseyi kendi ülkelerine kabul etmezler. Kabul etmezler ki kimlik belgesi değeri zarar görmesin. Bu sebeple kendilerine başvuran insanlara seçici davranırlar.
Devletler bazen bu “kimlik belgesi” gücünü bir silah olarak da kullanırlar. Kendi ülkelerindeki bazı kesimleri, hizaya getirme, asimile etme, zapturapt altına alma aracı olarak da güçlü bir şekilde kullanırlar. Bunun en iyi örneği Suriye ve Suriyeli Kürtler’dir. Yıllarca kimlik belgeleri, yarım asırdır devlet yönetimini elinde bulunduran baba-oğul ESED, tarafından Kürtler’e verilmemiş, devletin vatandaşlık hak, hukuk ve hizmetlerinden mahrum bırakılmışlardır. Yine Saddam Hüseyin dönemi Irak Devleti’ndeki Kürtleri Halepçe’de Katliama duçar kılan, devlet tarafından; kimliklerin belgeye dönüşümündeki hazımsızlık, ret ve inkardır. Aynı örneği, Srebrenitsa Soykırımı olarak da bilinen Müslüman Boşnakların Hristiyan Sırplar tarafından soykırıma tabi tutulmasında, Bulgarların Müslüman-Türk Mezalimi’nde, Hitler Almanya’ sında Yahudilerde, Doğu Türkistan’daki Müslümanlar ‘da ve Ortadoğu’daki bir çok ülkede Alevilerde, bazılarında Sünnilerde görebiliriz. Bütün buralardaki sorunun temelinde ” Kimliğin Belgeye dönüşmesinde” devlet idaresinin-iradesinin tahakkümü vardır.
Kimlik sahibi bir insanı, kitleyi ya da top yekûn bir halkı başka bir kimlik sahibi olan bir devlete aktarmak, katmak ve birleştirmek sosyal açıdan bir takım ciddi sorunları beraberinde getireceği gibi bazı avantajlar sağladığı da tarihte görülmüştür. Tarihte meydana gelmiş kitlesel göçlerin en önemli nedenleri doğal afetler, savaşlar ve salgın hastalıklar gibi zaruri sebepler olmuştur. Örneğin Kavimler göçü ki dünya siyasi haritasını değiştiren bir göç dalgası, Reform-Rönesans dönemi göçü ki göç eden aydınlar gittikleri yerleri değiştirdi. Nazi Almanya’sının Yahudi soykırımından kaçan Yahudiler ki bugün dünyanın (aynı zamanda başına bela olan) süper gücü İsrail Devleti’nin kuruluşuna sebep olmuştur. Örneklerden de anlaşılacağı gibi bazı göçlerin çok önemli müspet sonuçları olduğu gibi İsrail’in kurulmasına sebep olup, özellikle de Ortadoğu için, çok menfi sonuçlar doğuran göçler de tarihe not olarak düşmüştür.
Suriye’den Türkiye’ye savaş sebepli meydana gelen kitlesel göçe bakıldığında yaklaşık 4 Milyon Suriyeli Arap-Kürt-Türkmen’in şu an Türkiye’de ağırlandığı, misafir edildiği bilinmektedir. Sayı oldukça fazla, Avrupa’nın onlarca ülke nüfusundan fazla, üstelik çok sorunlu, yaralı ve yorgun bir nüfus. Ve ağırlıklı üç beş il merkezine yerleştikleri düşünüldüğünde, o iller açısından demografik farklılık, çoğunluk ve hareketlilik açısından şehirlerin direkt dokusunu, yapısını, kültürünü, sosyal ve ekonomik hayatını değiştirecek ve etkileyecek çapta bir çoğunluk. Nihayetinde yurdumuzdalar ve yıllardır birlikte yaşamaya çalışıyoruz ve devamda edeceğiz İnşallah. Peki, bu şekilde devam etmesi mümkün mü? 4 Milyon kimlikli fakat belgesiz insan, haliyle çoğalan ve sayısı her geçen gün artacak olan insan; nereye, ne zamana kadar ve nasıl yaşayabilecek?
Sistem error verdiğinde mi, yoksa misafir durumundaki insanlar kimliklerini kaybettiğinde mi ya da ev sahibi durumundaki kişiler kimliklerini kaybettiklerinde mi belge vermek zaruri olacak? Belge insanlara hak verdiği ölçüde sorumluluk da yüklemektedir. Biz bu insanlara sorumluluk yüklemeden hak vermeye devam edersek işte asıl sorunla o zaman karşı karşıya kalırız.
Şu an Suriyeli insanların ırzı tehdit altında, çoğu zaman zarar da görmekte, bunu nasıl engelleriz, Suriyeli bir kadını, eşine namuslu, misafirine namusuz kimlik belgesi olan ırz düşmanı bir vatandaştan.
Şu an Suriyeli insanların emek gücü tehdit altında, çoğu zamanda emeği gasp edilmektedir. Suriyeli bir işçiyi, namazını kılan, orucunu tutan zekattan, sadakadan, fitreden bihaber, ücretinin dörtte birini hak gören bir kimlik belgeli emek hırsızı olan üstelik o belgede Müslüman olduğu belirtilen vatandaştan nasıl koruyacağız.
Şu an Suriyelilerin mesleki, dini, medeni, iktisadi eğitimi tehdit altında neredeyse yok. Şimdi bu insanlar bu eğitimden mahrum bırakılarak kimliklerini de kaybederlerse bir belge uğruna biz kendi evlatlarımızı yarın sosyal hayatta nasıl güvenli ve huzurlu bir şekilde yaşatmaya çalışacağız?
Mevcut hükümet bu insanları bir oy deposu görebilir, bu insanları bu hallerine rağmen kendi menfaatlerine kullanabilir, onlar üzerinden siyasi, stratejik, ekonomik veya ulusal menfaat devşirebilir. Bunların hepsi ahlakı, inancı ve vicdani ölçüsünde mümkün olabilir. Ama bu çekinceler, ülkenin ciddi bir bölümünü etkileyen bu kitlesel göçün bir kimlik problemi haline dönüştürülüp, fazlasıyla mağdur edilmiş insanlara ırkçılığa varacak derecede insanlıktan çıkmayı gerektiren davranışlar sergilemesini gerektirmez. Onların tıpkı bizim gibi bir eş, kardeş, anne, baba olduklarını, yani insan oldukları unutulmamalıdır. Tepkilerimizde abartıya kaçıp onları incitip, ürkütüp hor görmeyelim. Unutmayalım ki onlar buraya turist olarak gelmediler. Mecbur oldukları için geldiler. Hem de dünyanın en masum gelişiyle geldiler, savaş mağduru olarak geldiler. Kendi kimliğimizi, taşıdığımız belgeden aldığımız güçle yok etmeyelim. Unutmayalım ki onlar bir belgeye er geç sahip olacaklar, belki de inşallah kendi ülkelerinin belgesi olur bu, ama bu arada biz insanlığımızdan kendi kimliğimizden olmayalım.
Üzüldüğüm bir konuda bu gün Suriyelilere enfazla tepki gösterenlerin 1920 yılındaki başta Antep olmak üzere, Fransızlara karşı verilen savaşta Halep ve İstanbul’a kaçanların torunları olması ve o gün burada savaşıp şehit olanların torunlarının bugünki misafir perverliğini ise ziyan etmeleridir. O gün Antep’ten Halep’e kaçan vatan hainleri ile bugün Halep’ten Antep’e kaçan savaş mağdurları da birbiriyle karıştırılmamalıdır. Bu gün buradaki insanlar bir düşman cephesinden kaçmış değiller, ülkelerinin hala dünyadaki meşru yönetiminin, devletinin zulmünden kaçmışlardır.
Sonuç olarak, Suriye’nin bu hale gelmesinde istemeyerek de olsa Türkiye’nin katkısı büyüktür. Suriye’deki savaşın şu ana kadar kazananı yoktur, yani bu savaşta herkes, bütün taraflar kaybetti. En çok kaybedenlerden biri de maalesef Türkiye’dir. Yani Suriye Savaşı’na devlet olarak taraf olundu. Ve hükümet bir çok seçimde bu politikasınıda kapsayan propagandalarıyla her iki kişiden birinden destek aldı. Şimdi bu savaşın sonucu olarak, mülteci sorunu ve Suriyeli insanların vatandaşlığa geçirilmesi durumu ülke olarak Türkiye’nin görevi, sorumluluğu ve zorunluluğudur. Tam da bu nokta şunu ilave etmekte ayrı bir vicdani sorumluluktur: Suriyeli misafirlerimize yapılan, yapılması gereken ve yapılacak olan yardımlar ve destekler, ev sahibi durumundaki Türkiyeli fakir, fukara ve gurebayı onlara özendirecek düzeyde ve lükste de olmamalıdır. Kendi fakirimiz ve ihtiyaç sahiplerimiz de göz ardı edilmemelidir. Kimlik belgesine sahip olmalarına rağmen onları bu sahipsizlikle diğer insanlara tercih ediliyormuş hissi uyandırılırsa, sosyal patlama-çatışma ve çözülme o zaman daha refleks hale gelir.
Yani insan olarak, insani noktada insan gibi davrandığımız sürece İnşallah Allah’ta bizden razı olur, mağdur olan insanda, kazanan her durumda biz oluruz, insanlık olur.
Son söz: Bir kimlik belgesi bize değer kazandırmasın, biz kimliğimizle o belgeye değer kazandıralım. Ve bu değeri herkesle paylaşalım. ( Şimdi alttaki resme bir daha bakalım)

 

FB_IMG_1468275496274