Kuruluşunu tamamlamış bağımsız her devletin; çıkarlarına dönük güncel, yakın, orta ve uzun vadeli planları olur. Bu bağlamda dostları, düşmanları ve çıkar ilişkileri olur. Devletler, uluslararası bütün ilişkilerini genelde konjoktürel gelişmeler neticesinde çıkar amaçlı belirler ve bu amaçları doğrultusunda ilişkiler sürekli dinamiktir, yani değişkendir. Özetle, uluslararası ilişkilerde devletler arasında dost veya düşman yoktur, menfaatler vardır. Dış politika bu özelliğinden dolayı hiçbir ülkede iç politka malzemesi yapılmaz, muhalefetler de genellikle iktidarla her türlü fikir ayrılıklarına rağmen bu konularda farklı bir tutum içerisinde yer almazlar.

Ancak, Türkiye’nin Ak Parti iktidarları dönemindeki dış politika uygulamalarına bakıldığında birçok kesim tarafından içten içe bir rahatsızlık mırıldanmaya başlanmaktadır. Muhalefet de dış politikada eleştirel kalmaktadır. Bunun bilinen bilinmeyen birçok sebebi vardır. Bu sebepler her kesime göre değişiklik de gösterebilir. Ancak gerçek olan, gerçekten bir sorunun olduğudur.

Ak Parti’nin ve doğal olarak iktidarın Sayın Erdoğan ile bütünleşmesi, Erdoğan’ın kendini devlet ile içselleştirmiş olması; bu durumu dış politikanın her alanında kendini hissettirmektedir. Öyle ki devletten bağımsız, Erdoğan’ın değişen siyasi algoritması, değişen hassasiyetleri, değişen yol arkadaşları, ‘dış politikanın konjonktüründen bağımsız’ değişimlere itmektedir.

Kısa bir kronoloji hatırlatmasıyla devam edelim…

29 Ocak 2009 tarihinde İsviçre’nin Davos kentinde düzenlenen Ekonomi Zirvesi’nin son konuşmasında Erdoğan, Dünya Ekonomik Forumu Moderatörüne “One Minute” diyerek İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’e sarf ettiği sözlerden sonra yanlış anlaşıldığını ifade etmesi ve İsrail ile ilişkileri geliştirmeye devam etmesi…

31 Mayıs 2010’da İHH İnsani Yardım Vakfı ve Özgür Gazze Hareketi’nin organize ettiği ve Gazze’ye insani yardım taşıyan 6 gemiden teslim alınamayan Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda İsrail Savunma Kuvvetleri’nin yaptığı katliam sonucunda 10 aktivist şehid edilmiş yaklaşık 60 aktivist de yaralanmıştır. Bu olay sonucunda İsrail ile bütün ilişkileri kesen ve ‘o gemilere ben izin verdim diyen’ Erdoğan, yıllar sonra Mavi Marmara gemisinin de içinde bulunduğu o altı gemi için; “kimden izin aldılar, gelip benden mi izin aldılar” diyerek suçlaması ve İsrail ile ilişkileri en üst düzeye çıkarması…

3 Temmuz 2013 tarihinde Mısır Genel Kurmay Başkanı iken yaptığı darbe ile Mısır’ın seçilmiş meşru Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi devirip yönetimi ele geçiren ve sonrasında başta ihvanı Müslüm camiasından olmak üzere binlerce Mısırlı’nın katledilmesine sebep olan Abdülfettah Sisi’nin Cumhurbaşkanlığını Erdoğan tanımamıştır. Sayın Erdoğan; ‘zalim’, ‘katil’, ‘firavun’, ‘darbeci’ olarak itham ettiği ” Sisi ile asla masaya oturmayacağını ifade etmişti. Ancak, Erdoğan’nın Katar’daki 2022 Dünya Kupası açılışı için liderlere verilen resepsiyonda Mısır Devleti’nin darbeci Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi ile selamlaşıp tokalaşması… Geçmişe sünger çekilip yeni bir sayfanın açılması…

24 Kasım 2015 tarihinde Rusya Hava Kuvvetleri’ne ait Suhoy Su-24 tipi uçağın sınır ihlali gerçekleştirmesinden dolayı Türk Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmesi sonucu ilişkilerin askıya alınması ve sonrasında Rusya ile hem askeri hem ticari hem de siyasi müttefikliğin tarihteki en üst düzeye çıkarılması…

15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından Erdoğan, bakanlar ve AKP’nin önde gelen isimleri Birleşik Arap Emirlikleri’ni “olayın finansörü olmakla” itham etmiş ve “BAE’nin darbecilere 3 milyar dolar para desteği sağladığını, darbe girişimini fonladığını” söylemişti. Ancak daha sonra Birleşik Arap Emirlikleri ile 2021 yılında ilişkiler yeniden ve üst düzeyde başlamış, bu ülkeyle “13 ayrı anlaşma” imzalanmıştır.

9 Aralık 2016’da casusluk ve terör suçlamalarıyla tutuklanan ve hakkındaki iddialar için toplamda 35 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanan Amerikalı Rahip Andrew Craig Brunson, yaklaşık iki yıl hapis yattıktan sonra Amerika ile ilişkilerin iyice kötüleşmesi neticesinde önce 25 Temmuz 2018’de ev hapsine alınması, daha sonra 12 Ekim 2018’de da serbest bırakılması… Oysa Erdoğan, hiçbir gücün Rahip Brunson’u cezasını çekmeden kurtaramayacağını ifade ederek Amerika ile tarihin en büyük krizlerinden birinin yaşanmasına sebep olmuştu.

2 Ekim 2018 tarihinde İstanbul’da konsoloslukta yaşanan Cemal Kaşıkçı suikastı sonrası Suudi Arabistan ile ilişkilerin koparılması ve Veliaht prens Muhammed bin Selman için sarf edilen sözler sonrası gelişen yoğun samimiyet…

Şimdi sırada Esed var. Milyonlarca insanın elinde kanı olan, on milyon insanı yerinden yurdundan edip on yılı aşkın bir süredir büyük bir insani zulüme sebep olan Esed.

One minit ile başlayan ve bütün İslâm aleminde derin bir Erdoğan saygınlığı uyandıran dış politika gidişatı o günler için neredeyse spontane gelişen dünya İslâm devrimine yol açacak gibi duruyordu ve Erdoğan’ın adeta doğal bir halife olarak ilan etmeye kadar gidiyordu. Yine Siyonist İsrail’in uluslararası sularda Mavi Marmara gemisine saldırıp içlerinde ağırlıklı Türkiye vatandaşlarının bulunduğu yardım gönüllüsü aktivistleri hunharca katletmesiyle Türkiye-İsrail ilişkileri özellikle de Erdoğan’ın verdiği haklı tepkilerle kopma aşamasına gelmiş ama İslâm dünyasındaki Erdoğan sevgisini de pekiştirmiştir. Mısır’da Mursi’ye, Suriye’de muhalif gruplara verdiği destek ve daha sonra zalim Esed’in Suriye’yi kan gölüne çevirmesiyle Suriyelilere uyguladığı açık kapı politikası Erdoğan’ı dış politikada hep aynı çizgide İslâmi anlamlar yüklenerek tanıtılan ve bilinen bir lider haline getirmiştir. Bu sürecin hiçbiri Türkiye’nin resmi politik tarzı değil Erdoğan’ın şahsi fikri yapısıyla ilgiliydi. Kendi tabanı ve dünya Müslümanları gözünde de hep tutarlı bir süreçti.

Ta ki, 15 Temmuz Darbe Girişimi yaşanıncaya kadar…

Erdoğan’nın siyasi iktidarı içerisinde iki tane Erdoğan vardır denilse yanlış olmaz. 15 Temmuz öncesi ve sonrası Erdoğan… 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra ne Erdoğan eski Erdoğan, ne Ak Parti eski Ak Parti ne de bu iki aktörün eliyle değişen Yeni Türkiye Yeni Türkiye olarak devam etmiştir. Türkiye Erdoğan’ın yol arkadaşlarındaki değişiklik ve ittifak ettiği Bahçeli-Perinçek ile tamamen eski Türkiye’ye hızlı bir dönüş başlatmış, doğal olarak dış politikalardaki eski tutum da kendini Erdoğan öncesi eski tutuma bırakmıştır. İşte Erdoğan’ın siyasi iktidar hayatının çelişkiler ve çarklarla dolu bu yeni süreci tam da bu değişimin ürünüdür. Bir anlamda Erdoğan’ın inşa etmek istediği Yeni Türkiye’nin sığınmak zorunda kaldığı Eski Türkiye ile tutarsızlığı idi.

Ak Parti, her ne kadar şu an inkâr etse de siyasetini “Siyasal İslâm” anlayışı üzerine inşa etmişti. İslâm’ın hoşgörüsünden de istifadeyle demokrat çizgiyi de konsolide ederek Türkiye siyasi hayatına adım atmıştı. Uzun yıllar gerek içeride gerekse de dışarıda başarılı bir politik performans gösterdi. Zaten siyasi hayatı boyunca girdiği bütün seçimleri kazanması da bunun bir sonucudur. Ancak ilk günden itibaren geldiğimiz güne kadar yapılanları bir bütün olarak, yaşanılanları kronolojik olarak, sonuçları politik ve ideolojik olarak değerlendirdiğimizde başarısı kadar büyük bir tutarsızlığın varlığına da şahit oluyoruz. Bu durum en çok dış politikadaki yaptıkları ve söyledikleriyle göze çarpmaktadır.

Atatürk ve selefi İnönü’nün iç siyaseti sonucu tek başına ve güçlü bir halk desteğiyle iktidarı ele geçiren Demokrat Parti’nin Siyasal İslâm’ı daha çok iktidarını tahakküm etmek, sürdürmek ve korumak için araçsallaştırıp; sıkıştığı yerlerde de şikayetçi olduğu devlet anlayışına koşulsuz sahip çıkma menfaatçiliği Türkiye’ye Menderes’in eliyle Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu çıkartmaya kadar götürmüştür. Tarih Erdoğan’da bir daha tekerrür etti. Ak Parti ve Erdoğan da 12 Eylül ve 28 Şubat sonrası aynı sosyolojik taban tarafından, benzer talepler ile güçlü bir şekilde ve benzer niyetlerle iktidara geldi. Siyasi dönüşüm de aynı oldu. Ancak son minvalde Erdoğan da kurtuluşu Atatürk devrimlerine ve Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine biat etmekle buldu. Ancak bir farkla… Bu fark cumhuriyet tarihinin en önemli siyasi kırılması olarak bundan sonraki yaşanılacaklara yani tarih olacak olaylara yön verecektir. Bu fark Erdoğan’ın kendisiyle birlikte, tabanını da yani muhafazakâr kesimi de Atatürk devrimleriyle tahakküm edilmiş ulus devlete kazandırmış ve Atatürk milliyetçiliğine transfer etmiştir. Doğu Perinçek’in dediği gibi: “Erdoğan, bizim çizgimize gelmiştir.” 15 Temmuz Darbe Girişimi, Devleti hiç olmadığı kadar Devrimci, Kemalist Cumhuriyete dönüştürmüş; bu her ne kadar Erdoğan eliyle yapılmış olsa da sahne arkasında Erdoğan’a koşulsuz müttefik olan Bahçeli ve Perinçek gölgesiyle olmuştur. Kamu idaresi, bürokrasi ve dış işlerde hâkim güç haline gelen bu gölge Erdoğan’ın adeta dili, düşüncesi ve imzası olmuşlardır. Yüz bin kişilik bir parti lideri 10 milyon üyesi olan bir parti liderini etkilemiştir, tıpkı Bahçeli’nin etkilediği gibi. Peki, bu nasıl olur? Olur! Hatta olmaması tuhaf olurdu. Fikirlerde sayılar önemli değil etki gücü önemlidir. Çünkü hem Perinçek hem de Bahçeli bir ideoloji partisinin lideridir. Oysa Erdoğan bir kitle partisinin lideridir. 22 yılın sonunda meclis grubunda Ak Partililerin muhalefet için sarf ettiği; “papucu yarım çık dışarıya oynayalım tezahüratı” bunun en somut örneğidir. Erdoğan’ın kitlesi meşru oy çokluğu sebebiyle diğerlerinin fikirlerine hizmet amaçlı kullanılmıştır.

Halifelik çağrılarıyla başlayan ümmetçi yol, Kemalist devrimlerin inşa ettiği milliyetçi ulus devletin Anıtkabir durağında sona ermek üzere…

Mehmet Karasakal

Referans Gazetesi – 30 / 11 / 2022