Bazen sosyolojik bir olaya tarafsız kalmak çok zordur. Üstelik olay bir süreç içerisinde meydana gelmiş ve halen devam etmekte ise ve bu sürecin içinde siz, sevdikleriniz, sevmedikleriniz hatta hiç tanımadıklarınız da var ise bu durum biraz daha zorlar olaya bakış açınızdaki nesnelliği, objektifliği ve bilimselliği. Bundan yola çıkarak olayları olgu olarak tanımlamak, özel değil genel olarak incelemek, isimleri tıpkı matematikteki X,Y,Z gibi formülize ederek gizlemek; bakış açımızı önyargı, sempati ve ideolojilerden arındırarak filtreleme, olaylara yaklaşımımızı daha gerçekçi kılacaktır. Şimdi yıllardır süre gelen bir tartışma konusunu bu şekilde realist ve rasyonel bir yöntemle ele almaya çalışalım.

                   Şu anki kırkı aşkın farklı ülkeyi farklı zamanlarda egemenliğinde barındıran Osmanlı Devleti, bizim ele alacağımız yöntemle her bir millet adı yerine X,Y,Z,K,T…vd.35 harf ile kırk milleti kırk harf olarak tahayyül edelim. XX.yy başlarına gelindiğinde bu kırk harften kitlesel anlamda nicelikte çoğunluklu iki harf kaldı. Ayrıca, K haricindeki diğer birkaç millette mütereddüd bir şekilde kendisini T kabul ettiği için iki harf kaldı derken kimseye de haksızlık etmemiş oluruz herhalde. Tekrar edecek olursak Osmanlının bakiyesi kalan iki millet, bunlar ” T ” ve ” K ” harflerinden oluşan iki büyük millet.

                  Bütün dünyada olduğu gibi Osmanlı içinde 1910/1920 yılları arası tam bir buhran, savaş ve yoksulluk yılları. Osmanlı kendi olağanüstü genişlik ve enliğinden adeta öz kütlesine düşmüş. Osmanlı en geniş sınırlarına ulaştığında yaklaşık 20-23 Milyon km kare arasında bir toprak deryasına sahip iken 20.yy. başlarında günümüz Türkiye’nin topraklarına yani 814.578 km kareye küçülmüştür. Bu km kare üzerinde de iki sadık, kadim ve ezeli dost kalmış: T’ ler ve K’lar. Üstelik tehlike bitmiş de değil Osmanlı yıkılmış, yeni ülke adı konmamış ama kurulmazsa yani düşman işgalinden kurtulmazsa kurulamadan parçalanacak ve Osmanlı’nın yıkılışı ile Anadolu tıpkı Afrika karası gibi olacak, birçok devletin tapulu arka bahçesi olacak. İşte tam da bu sebepten dolayı bu kadar küçülmüş toprakların, bu kadar eksilmiş milletlerin ardından kalan mevcut toprak ve üzerinde yaşayan T ve K milletlerinin fire verme şansı yok idi. Onlarca asırlık birikimli tarih ruhuyla bir daha kader ortaklığı yapıp, yeni ülkeyi birlikte kurtarıp birlikte kuracaklardı ve Allah nasip etti öyle de oldu. Önce 23 Nisan 1920 T ve K nin meclisi kuruluyor, bu olayla aynı zamanda yeni devlet kurulmuş oluyor. Tam da bu tarihte, bu yerde ve bu koşullarda T ve K için temeli derinlere ve sinsice atılan ayrışma tohumları günbegün atılmaya başlanacak ve mütemadiyen 20.yy’dan 21.yy başlarına kadar devam edecektir.

                    Yeni kurulan ülkenin Tek adamı ve İkinci adamı döneminde ayrıştırma tohumlarını sistematik olarak atılmış ve bu bütün kurumlarıyla devlet politikası haline getirilmiş böylece mütemadiyen bir ayrışma ve çatışma ortamı oluşmasına zemin hazırlamıştır. O dönemin bütün icracıları ve bürokrasisi bunun için de ellerinden gelen ne varsa fazlasıyla yapmıştır. Yeni kurulan ülkenin günümüze kadar neredeyse üçte ikilik dönemi bu yanlış politika üretenlerin tek tipleştirme ve ”T” leştirme çabalarıyla hatta daha fazlasıyla geçmiştir. Ve bu 1990 lı yılların başına kadar devlet ideolojisi ve devlet projesi olarak devam etmiştir. K ve T nin yüzde doksan birbirine benzeyen yönlerini değil yüzde onluk bir farklılığa denk gelen dil ve bazı kültür unsurlarını yok sayarak kendilerince aynı potada eritip tek tipleştirip bütün ülkeyi T yapma çabası gütmüşlerdir. Bunu yaparken T nin de bazen İslami yönü için bazen de diğer kesimleri için aynı şeyler planlanmış, onlarda bazı dönemlerde en az K lar kadar sorun yaşamışlardır. K lar ülke kurulduğu günden itibaren ayrımcılığa ve bölücülüğe maruz kalmış, bu duruma da ne zaman refleks göstermiş iseler trajikomik bir şekilde bölücülükle suçlanmışlar. K lar ne zaman sisteme veya sistemin sahibi devlete itiraz etseler, karşı çıksalar sanki T lere karşı çıkıyorlarmış izlenimi yaratılarak tepki devlet ve sistemle birlikte hatta çoğu zaman yalnızca T lerden gelmiştir. Bu durumu becerebilirsem bir örnekle misalleştireyim.

               Adamın biri toplu taşımacılıkta kullanılmak üzere amme hizmeti için bir otobüs yapmaya karar veriyor. Otobüsü bir yere kadar yapıyor, sonrasını ise kendisiyle aynı düşüncelerde olan yeni tanıştığı birisiyle anlaşıyor ve onun desteğiyle otobüsün yapımını tamamlıyor. Otobüs artık kullanıma hazır hale geliyor ve yollara düşüyor. Otobüste iki ortağın aileleri sürekli yolculuk halindeler. Kimi zaman önlerini eşkıyalar kesiyor, birlikte mücadele ederek otobüsü ve içindekilerini kurtarıyorlar kimi zaman da tekeri patlıyor, arıza veriyor, yakıtı bitiyor birlikte çilesini çekip onarımını yapıp yollarına devam ediyorlar. Zamanla Nuh’un gemisi gibi oluyor. Kim yolda kalmışsa alıyorlar, kim evsiz kalmışsa alıyorlar, kim saldırıya uğramışsa alıyorlar, kim eman diyorsa yardımına koşuyorlar ve otobüsü ağzına kadar dolduruyorlar. Yolculuk öyle uzun sürüyor ki ve otobüsün sahipleri diğerlerine öyle samimi davranıyorlar ki zamanla kimin otobüsün sahibi olduğu unutuluyor ve herkes bir aile gibi yaşayıp gidiyor, üstelik sayısız farklılıklarına rağmen. Otobüs ara ara çok güzel memleketlerden geçmekte ve yolcular bu memleketlerde de daha değişik ve daha iyi otobüsler görmekteler, tabi bu arada otobüs çok uzun yollardan geldiği için eskimiş ve sürekli arızalar vermekte. Bu bazı yolcuları rahatsız etmeye başlamış, bu yolcular otobüsün hiç bir eksiğiyle, arızasıyla ve gideriyle ilgilenmemeye başlamış sürekli huzursuzluk çıkarmaya başlamışlar. Fırsatını buldukça bunlar birer birer otobüsü terk etmeye başlamışlar ve otobüs bir müddet sonra tevafuk bu ya seyahate başladığı yere dönmüş, yine aynı tevafuk otobüste yalnızca otobüsü tamda bu noktada meydana getiren iki adam kalmıştı. Antepliler böyle zamanı denk gelen olayları anlatırken şöyle derler. ” Söz vaktinde açılır. ” Şu zamanki olaylarda bana bu zamanı hatırlattı, yani zaman değişiyor ama olaylar aynı cereyan ediyor. Hep iki kapılı bir handan bahsedilir, misafirliği anlatmak için; belki iki kapılı bir otobüsten de bahsedilir bundan sonra ön kapıdan binip işi bittiğinde arka kapıdan inenler. Onlar yolcu idi, tek sıkıntı şoför farkında değildi. Kalanlar ise işte bizim konumuzun ” K ” ları ve ” T ” leri.

            Eğitimden sağlığa, imardan güvenliğe, sanayiden turizme, tarımdan hayvancılığa… Vs. her türlü modernizme ve insan hakları tutumuna eğer K lar T ler kadar devletinden istifade edemiyorlarsa ve birçok alanda dağılım eşitsizliği var ise bu her kesin her kesimin sorunu ama en başta ve ilk önce devletin sorunudur. Bu mesele aracı kabul etmeyecek kadar hayati, taşeron kabul etmeyecek kadar mühim, su istimal edilmeyecek kadar kritik, ihmale kurban verilmeyecek kadar teknik, yarına bırakılmayacak kadar acil. Bu mesele gerçekten önemli hem de örnekteki gibi iki kapı da hâlâ kapanmış değil, üstelik her iki taraftan ısrarla açık tutmaya çalışanlar var. Ama onların unuttuğu bir şey var otobüste artık yolcu kalmadı, bundan sonra inenler otobüsün kendisine ait olan kısmını alırda inerler. Anlamayanlar misalin başına dönsün o zaman otobüsün elinde kalan kısmını ne yapacağını düşünsün.

           En azından bu yazıda insanlar biraz empati yapsınlar istiyorum. Herkes kendisini K olarak görürse bu meselenin hallinde ön yargı engeline takılmayacak sanırım. K ‘lardan kastım sizin de anladığınız üzere KÜRTLER, T ‘ler de TÜRKLER. Bakın bu durumu izah ederken, hiçbir olaydan, kişiden, kurumdan, söz etmedim. Etnik, dini, ekonomik, sosyal, psikolojik hiç bir vaka incelemesi yapmadım. Hem de doksan yıllık bir geçmişin neredeyse her gününde hayati bir olay yaşanmışlığı olduğu halde. Aslında T nin veya K nın kim olduğunun bu saatten sonra bir önemi var mı? Kaderin birbirine mecbur ettiği, kurulan ülkenin temelinin Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da, Balkan’da, Antep’te, Maraş’ta, Urfa’da ve bütün Anadolu’da birlikte atıldığı gerçeğini hangi asılsız, mesnetsiz itham değiştirebilir.

            Son söz, Kürt – Türk ilişkisi ne anlama geliyor diye soranlara? Bir ülke parçalanıp kırk ülkeye bölündükten sonra yıkılan devletin bakiyesi olarak kalan tek devletin iki milletidir.

Mehmet Karasakal

ve sizleri Ahmed Arif’in dizeleriyle başbaşa bırakıyorum.
iyi dinlemeler

   “Babam gözlerini verdi Urfa önünde 
   Üç de kardaşını 
   Üç nazlı selvi, 
   Ömrüne doymamış üç dağ parçası. 
   Burçlardan, tepelerden, minarelerden 
   Kirve, hısım, dağların çocukları 
   Fransız Kuşatmasına karşı koyanda”

http://www.youtube.com/watch?v=zxZWBiTTUTo