T.C.

GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANA BİLİM DALI

 

OSMANLI TIMAR SİSTEMİNİN

MALİ YÖNÜ

 

 

HAZIRLAYAN

MEHMET KARASAKAL

 

 

 

AKADEMİK DANIŞMAN

YAR.DOÇ.DR.MURAT ÇELİKDEMİR

 

 

GAZİANTEP

2009

ayrac

ÖZET

 

               Osmanlı ekonomisinin temeli zirai faaliyetler, zirai faaliyetlerinin temelini ise ’’Tımar Sistemi ’’ olarak kabul edebiliriz. Osmanlı atalarından aldığı miras ve komşu ülkelerinden de etkilenmek suretiyle bu sistemi mükemmelleştirerek en olgun ve verimli hale getirerek uçsuz bucaksız sınırlarına mükemmel bir şekilde tatbik etmiştir.

               Tımarın devlet adına yöneteni Sahib-i Arz da denilen Tımarlı Sipahiler dir.Yönetilen devletin asil unsuru ve üretimi aktif olarak sağlayan Reaya da denilen köylüdür. Bu sistemin temelini, dayanağını ve resmiyetini ise ’’Tahrir Defteri ’’denen günümüz tapu örneğini teşkil eden kayıt defterleri oluşturur. Bunları hazırlayan kişi ’’İl Yazıcı, Mübaşir, Muharrir ’’ adlarıyla anılan kişilerdir. Bunlara Yardımcı olarak bir de ’’Kâtip ’’ verilirdi. Kadı ile beraber ’’Tahrir Komisyonu’’ oluşturan bu üç kişi, devlet için çok  önemli olan Tımar Sisteminin kayıtları olan Tahrirleri oluşturmaktadır.

               Tımar Sistemi, Osmanlı için her yönden olumsuzlukların miladı olan XVI.YY sonu XVII.YY başlarından itibaren süratle bozulmaya başlamış; nihayet 1839’da yayımlanan Tanzimat Fermanıyla hukuki varlığı son bulmuştur.

 

 

  1. TIMARIN TANIMI VE ETİMOLOJİSİ

              En sade tanımıyla tımar, devlet görevlilerine hizmetleri karşılığında,belli bir bölgenin vergi toplama yetkisinin devredilmesi anlamına gelmektedir.Osmanlı tımar sistemi belirli ihtiyaçların ve tarihi şartların neticesinde ortaya çıkmış ve uygulandığı bölgelerde,mahalli şartlara göre birbirinden farklı görünümler almıştır.[1] 20.000 akçeye kadar olanlar tımar,20.000 100.000 akçe olanlar zeamet ve 100.000 akçenin üstündekiler has olarak adlandırılırdı.[2]

             Farsça kökenli olan tımar terimi, bu dilde acı, ızdırap, sadakat ve bakım anlamlarına gelmektedir. tımar terimine ne Türkçede ne de Moğolcada rastlanmaktadır. Rumcadaki timarion ise, Osmanlıcadan geçmiş bir kelimedir. Türklerde tımar terimine kullanılmasına dair en eski atıfa, Büyük Selçuklu Sultanı Sencer’in (1117-1157) Farsça bir hükmünde rastlanmaktadır. Bu hükümde “yönetim” manasında kullanılan tımar terimi henüz kurumsal manasına sahip değildir. Diğer yandan, tımar sisteminin kökeni üzerine yapılan sonraki araştırmalar, sistemin bir Bizans kurumu olan pronoia ile benzerliği üzerine yoğunlaşmıştır. Rumca “bakım” anlamına gelen pronoia terimi, Farsça olan tımar teriminin tam karşılığıdır.[3]

B.TIMARIN OSMANLI EKONOMİSİNDEKİ YERİ  VE İŞLEYİŞİ

            Osmanlı ekonomisi temelde zirai bir ekonomidir. Tımar sistemi ise, zirai ekonominin dolayısıyla Osmanlı ekonomisinin esasıdır. Bu sistem tarım teknolojisinde bir gelişme olmamasına rağmen, ülkedeki yüksek zirai üretim için gerekli ortamı sağlamıştır. Özellikle güvenlik ve ürüne sahip olma faktörleri yüksek üretim için gerekli şartları hazırlamıştır. Zirai topraklarda devlet (miri) esas kabul edilerek tespit edilen optimum toprak büyüklerinin bozulmamasına itina gösterilmiştir.O kadarki özel mülkiyet altındaki bahçelerde sabanla ziraat yapılacak olursa,bu toprakların otomatikman miri hale geleceği kanunlaştırılmıştır.[4]

            Tımarla ilgili ilk kayda I. Murad devrinde rastlamaktayız .Kaynaklarda belirtildiğine göre Geli­bolu’nun fethine müteakip (1376-77) tımar tevcihleri yapılmıştır. Daha son­raki padişahlardan gerek I. Bâyezid, gerekse Çelebi Mehmed ve II. Murad dönemlerinde de, tımar tevcihleri yapıldığı görülüyor264. Nitekim, 1431 yı­lında Arnavutluk’ta mevcut 335 adet tımardan yüz kadarı Saruhan’dan, Ca-nik’den, Bolu’dan ve Engürü (Ankara) ‘den sürülüp getirilmiş Türklere ve­rilmişti. Yine 1454’te Tesalya’da Tırhala sancağında bulunan 182 tımardan 146’sı Müslümanlara, 36’sı gayr-ı müslimlere tevcih edilmişti265. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere, Hıristiyanlara da tımar verildiği görülmektedir.[5]

            Balkanlar, Anadolu, Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika’da geniş toprakları imparatorluklarına dahil eden Osmanlılar,bu bölgelerde,tekamüllerinin farklı evrelerini yaşamakta olan, farklı ekonomik istemlere ve farklı kültürlere sahip toplumlarla karşılaştılar. Bu toplumların imparatorluğun bünyesine dahil edilmesi meselesi, teorik ve pratik merkezileşme arasında bir denge kurulmasını,diğer bir ifade ile,merkezi otoritenin tesisini sağlarken, mahalli şartlara da uyum sağlayacak bir sistemin oluşturulmasını gerekli kılıyordu.Zıt yönde çalışan bu iki faktör,merkezi otorite ve mahalli şartlar arasın da denge kurulması neticesinde,imparatorlukta,bir kaç tür eyalet idare şekli ve birkaç tür sosyo-ekonomik hayat tarzı ortaya çıktı.İmparatorluğun topraklarının büyük bir kısmında (Balkanlar, Anadolu, Kuzey Suriye ve kısmi olarak ırakta ) uygulanan tımar sistemi,bu idare tarzlarının en yaygın olanıdır ve sistemin uygulandığı yerler,tipik Osmanlı eyaletlerini temsil etmektedir.[6]

            Tımar topraklarını işlemek hak ve görevine sahip olan reayanın idaresi, işletmeye nezaret ve vergilerin tahsili sahib-i arz (toprak sahibi) kabul edilen dirlik sahiplerine bırakılmıştı.Bu yetkinin ve sistemin denetlenmesi görevi kadılara aitti. Böylece özellikle  çoğu sipahi olan dirlik sahiplerinin toprak ve reaya (köylü) üzerindeki yetkileri hukuk çerçevesinde idi.[7] Bir tımar arazisi “kılıç” denen ve hiç bir zaman bölünmeyen,tımarın başlangıcını teşkil eden çekirdek kısımdan ve “terakki”denen,terfiler yoluyla sonradan eklenen kısımdan oluşuyordur.Artan bu kısmı maaş zammına da benzetebiliriz[8]

                 Tımar topraklarının devlet mülkü olmasından dolayı, mirasa tabi olması,satılması,vakfedilmesi ve bağışlanması söz konusu değildi.Bu hem sipahi hem de köylü için geçerlidir.Ancak toprak sahibi ve köylünün elinden keyfi olarak alınamazdı.Eğer sipahi sefere katılmazsa,devlet o senenin gelirini ondan alırdı.Klasik tımar siteminde her köylü ailesinin işlettiği toprak parçası bir veya yarım çiftlik olarak köylünün ödemekle yükümlü olduğu çift resminin matrahını teşkil ediyordu. çiftliğin alanı verimine göre 70 -150 dönüm (1 dönüm 40 adım kare veya 1 dekardır) arasında değişiyordu. Bu toprakların mülkiyeti devlete ait olduğundan sipahi gibi onun işleyen köylüde satamaz, bağışlayamaz ve vakfedemezdi. Yine köylü ölünce toprağı miras olarak parçalanmıyor, optimum büyüklüğü korunarak en büyük oğluna yoksa kızına geçiyordu.Geriye kalanlar için sipahi işlenecek topraklar göstermek zorundaydı.[9]

              Tımar sistemi, ülkenin zirai iktisadiyatı ile askeri yapısının temeli olarak,klasik dönemde kendisini önemle göstermiştir. Elde bulunan ilk bütçelerden1527-8 bütçesine göre 537.929.006 akçe olan devlet gelirlerinin %37’si irili ufaklı 37521 kılıçtaki tımar sahibinin tasarrufunda idi.Bunların 9.653’ü kale muhafızları tımarı,geri kalan 27.868’i ise eşkinci tımarı idi.

              Tımarlı sipahiler iyi bir gelire sahiptiler.Mesela XVI. yüzyıl başında Bursa’da faaliyet gösteren en zengin tüccar veya sarrafın ortalama geliri 4 bin düka altın kadarken,

aynı dönemde bir sancak beyinin ortalama geliri 12 bin düka altın kadardı.[10]

              Tımar sahipleri kendilerine tahsis edilen tımarın gelirine göre savaşa asker götürürlerdi. Hâsıllarının ilk üç bin akçası Kılıç tabir olunur ve bu mik­tar kendilerinin ihtiyaçlarına ayrılırdı. Bundan sonraki her üç bin akça için ise bir cebelü beslerlerdi. Meselâ, 9000 akçalık geliri olan bir tımar sahibi ilk 3000 akçayı kendisi için ayırır, kalan 6000 akça için iki cebelüyü savaşa götürürdü. Bir savaş esnasında memleketteki bütün eşkinci, züemâ ve erbâb-ı tımarı bağlı oldukları seraskerin maiyetine girerek savaşa katılırlardı. Ancak işleri yürütmek ve bölgeyi korumak için onda biri yerlerinde kalırdı.[11]

 

  1. SİPAHİ VE REAYA ‘NIN TIMAR SİSTEMİNDEKİ YERİ

              Bir yönetim kurumu olarak tımar sistemi,beylerbeyinden sipahiye kadar,sultanın eyaletlerdeki yürütme gücünü temsil ederdi.Sipahilerin çeşitli yöneticilik görevleri vardı.

              Kırsal alandaki reayanın korunmasıyla yükümlü bir tür polis gücü oluşturdukları gibi,tımar olarak tahsis edilmiş vergilerin toplanmasında ve miri tımar topraklarına ait yasaların uygulanmasında önemli görevler üstlenirlerdi.[12]Bu sistemde sipahi, gelir kaynağı olan köyde yaşar, ayni olarak ödenen ürün vergisi öşrü de kolayca toplayabilirdi.Böylece asker, mültezimin yerini alır, öşrü nakde çevirme sorumluluğunu da üstlenirdi. Böylesi bir sistemin bir üstünlüğü de, ortaçağ ordularının temel öğesi sipahinin, yaşadığı köyde atına kolayca bakabilmesiydi.

              Tımar sistemi, devlet, sipahi ve köylünün toprak üzerinde eşzamanlı haklarının bulunduğu,parçalı bir iyelik türüydü.Tımarı elinde tutan sipahinin toprak üzerinde kanunlarla tespit edilmiş bazı denetim hakları vardı; bu niteliğiyle de kendisine “sahib-i arz” yani toprak sahibi denirdi. Gerçekte ise sipahinin devletten aldığı,toprağın kendisi değil belli ölçüde bir toprak üzerinde yaşayan halktan sabit miktarda bir devlet geliri toplama yetkisiydi.Devlet ona, toprak üzerindeki denetim haklarını, gelirini güvenceye alabilmesi için vermiştir.Sipahinin toprak üzerinde bir kaç hakkı vardı;Devletin toprak yasalarını uygular,boş toprakları,sözleşmeyle ve peşin ödenen bir kira, “tapu resmi” karşılığında talep eden köylünün tasarrufu altına verirdi.Köylü ise, toprağı sürekli işlemeyi ve zorunlu vergileri ödemeyi üstlenirdi. Ekinlik, bostan yada çayır olarak aldığı toprağın kullanımını değiştiremezdi. Toprağı üç yıl boyunca bir neden olmaksızın boş bırakırsa sipahi toprağı başkasına verebilirdi.[13]

D.TIMAR ÇEŞİTLERİ

1.VERİLİŞ ŞEKİLLERİNE GÖRE TIMARLAR

(Tezkireli – Tezkiresiz Tımarlar)

              Kılıç Tımar tevcihatı iki suretle olurdu Biri tezkireli diğeri tezkiresiz; Fatih Sultan Mehmed’in kanunnamesinde görüldüğü üzere 5999 akçeye kadar olan bir tımarı,vezir-i azam padişaha  arz etmeden verebilirdi; padişahın mutlak vekili olan vezir-i azamdan başkasına bu salahiyet verilmemişti.Beylerbeyilerin kanun üzere arz edecekleri tımar itiraz edilmeden kabul olunurdu; Dirlik sistemi Kanuni dönemi’ne gelindiğinde en ihtişamlı dönemine ulaşmıştı.

              Pek çok alanda olduğu gibi tımar sistemi hususunda da kanunlar gözden geçirilerek bazı düzenlemeler yapılmıştır.Bu dönemde yapılan en mühim yenilik “tezkireli” ve “tezkiresiz” tımar ayrımının getirilmesidir.Kanuni 1530 yılında beylerbeyilerinin hükümet merkezinin izni olmaksızın tımarlar tevcih edebilmelerini kanun hali,ne koydu;[14] yani beylerbeyiler eyaletlerin derece ve ehemmiyetine göre altı bin,beş bin, üç bin akçeden birer akçe eksik olarak yani 5999,4999,3999, akçeye kadar olan kılıç tımarlar tevcih eylerlerdi; bunların kendi beratlarıyla verdikleri kılıç tımarlara tezkiresiz denilip fazlası için beratı divandan alınmak üzere tezkire verirlerdi.Bundan dolayı Beylerbeyinin kendi verdiği kılıç tımara tezkiresiz ve beratı divandan alınma üzere

tezkire verdiği hisse tımara da tezkireli tımar denilmiştir.[15]

2.MAHİYET ŞEKİLLERİNE GÖRE TIMARLAR

  1. a) Eşkinci Tımarı (Mülk Tımar)

              Sisteminde en büyük yeri temsil eden sipahi tımarıdır.Sipahilerin sefer zamanlarında, tımarlarının verimine göre, cebelü (zırhlı asker) götürmek mecburiyetleri vardır.Sefere gelmedikleri yıla ait vergi hasılatı devlete kalırdı. Sipahi ölünce,dirliğinin kılıç kısmı berat ile çocuklarına bırakılırdı.

 

  1. b) Muhafız Tımarı

               Kale muhafızlarına verilen tımardır.

  1. c) Hizmet Tımarı

               Bazı sınır boylarında bulunan camilerin imam ve hatipliğine, bazı saray hizmetlerine mahsustur. Bazen da padişahlar sipahi emektarlarına mutasarrıf oldukları tımarları temlik etmişler, bunlar da varislerine intikal etmiştir.

  1. d) Mensuhat Tımarı

               Müsellem ve yürük askerleri gibi lağvedilen sınıflardan boş kalan tımarlardır.Bunlar deniz kuvvetlerinin önem kazanmasından sonra levetlere tahsis edilmiştir.

  1. e) Sepet Tımarı

               Hasılatı azalan ve kimseye verilmeyip beratları güyasepette kalan tımarlardır.[16]

 

 

3.MALİ BAKIMDAN TIMARLAR

  1. a) Serbest Tımarlar

               Osmanlılarda tımar hukukî ve mâlî bakımdan da kısımlara ayrılmıştır. Bunlardan padişah hasları ve vezir vakıfları, vezir, beylerbeyi, sancakbeyi, ni­şancı, defterdar, divan kâtipleri, çavuşlar, çeribaşılar, subaşılar, dizdarlar gibi yüksek devlet memurlarının sahip oldukları has ve zeametler, idarî ve mâlî bir takım imtiyazlara sahip oldukları için Serbest tımarlar olarak adlandırıl­mıştır.[17] Sipahi tarafından toplanan resimler, çift resmi ve bağlantıları, öşür, duhan, tapu,gerdek resimleriyle yüksek rütbeli kimseler tasarrufundaki serbest tımarların niyabet cürm ü cinayet ve bad-i heva gibi resimleridir. [18]

  1. b) Serbest Olmayan Tımarlar

               Buna karşılık ben­zeri vergileri bağlı bulundukları sancakbeyi ve subaşısı ile paylaşmak duru­munda kalan tımarlar Serbest olmayan tımarlar olarak telakki edilir;[19] Sahibinin badıheva denilen vergileri almak hakkına sahip olmadığı tımarlar diye de tanımlanabilir.[20]

  1. TAHRİR DEFTERLERİ

               Her eyalette tımarlı sipahi ile zeamet sahiplerinin isim künye ve hüviyetleri ile tımar yerlerini ve miktarını gösteren defterler vardı;bunlardan tımarlı defterini o eyaletin tımar defterdarı ve zeamet defterini de tımar kethüdası tutardı; bu kayıtlardaki bir aynı  hazinedeki mücmel ve mufassal denilen arazi defterlerinde bulunuyordu. Sefer halinde o eyaletin beylerbeyisi bu tımar defterinin bir suretini beraberinde götürerek yoklama yapar ve harp sahasında münhalları doldururdu. Tımar ve zeamet tevcihatı Nevruz’dan Nevruz’a yapılıp bu tayin ve aziller mucip sebeplerle beylerbeyiler tarafından

mühürlenen bir defterle hükümet merkezine bildirilirdi.[21]

               Tahrirler, Osmanlı İmparatorluğu’nda tımar sisteminin uygulandığı eyaletlerde yapılan nüfus ve vergilendirilebilir kaynakları tespit için yapılan sayımlardır.Tahrir yapmanın esas amacı, eyaletlerdeki nüfus ve gelir kaynaklarını, tespit etmek ve bunları devlet görevlilerine, şahıslara ve vakıflara hizmetleri karşılığında,maaş,mülk ve gelir olarak dağıtmaktı.Gelirlerin bu yolla dağıtımı,Osmanlılara,direk merkezi hazineden ödeme yapmaksızın, ordu beslemelerini,

topluma he türlü sosyal hizmetler götürmelerini kolaylaştırıyordu.[22]

               Tahrir defterleri birer tapu kütüğü oldukları için, her köyün kimin tımarı, mülkü veya vakfı olduğunu, bunların gelir kaynakları ile hukukî statü ve idarî düzenlerini ve köylerin durumlarını, ve kısaca tarihçelerini öğrenme imkanı bulmaktayız.

               Osmanlı tahrirlerinin, geniş bir alanda yayılmış bulunan ülkenin her köşe ve bucağında birden, aynı yıllarda ve aynı usullerle yaptırılıyor ve muntazam zaman aralıkları ile ve benzer usullerle tekrar ediliyordu. Bu bakımdan, bu hususlar, söz konusu sayımların bugün elimizde kalmış olan defterlerinin tarihî bir kaynak olarak değerini bir hayli arttırmaktadır.[23]

 

  1. TIMAR SİSTEMİNİN ÇÖKÜŞÜ
  2. ALINAN ÖNLEMLER
  3. Selim’in saltanatı sırasında Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, bu bozulmanın önüne geçmek konusunda bir takım tedbirler almıştır [24]1584 tarihinde Özdemiroğlu Osman Paşa’nın 300 akçe karşılığında ecnebilere tımar vermesiyle tımar sistemindeki bozukluk hâd safhaya ulaşmış; nihayet III. Mehmed (1595 -1603) zamanında, artık tımar kanunlarına hiç riayet edilmez olmuştur .

               Sultan I. Ahmed (1603 – 1617) devrinde, sadrazam Murat Paşa, dirlikleri düzelt­meye karar vermiş ve Aynî Ali Efendi’yi Defter-i hâkanî eminligine tâyin etmiştir. Aynî Ali, Osmanlı Devleti’nde “yüksek rütbeli ve iktidarda bulunan kimselerin, askerlerin ne kadar tımarları olduğunu; sancak beylerinin, zaim ve tımar sahiplerinin verecekleri resim­lerin miktarını ve her sancakta ne kadar kılıç ve tımar ve zeamet bulunduğunu” araştırmıştır.[25]Tımar ve zeamet tevcihlerinin 992 H.-1584 M’den itibaren ne suretle bozulmuş olduğuna dair Koçi Bey’in IV.Murad’a takdim etmiş olduğu risalenin 6. ve 12. ve 13. bentlerinde malumat vardır.[26]   Ayrıca sistemin ıslahı için de çeşitli yollar teklif etmiş­tir. Meselâ anonim bir eser olan Kitâb-ı Müstetab’dz. teşkilâtın, devlet ileri gelenlerinin kanunlar hilâfına rüşvetle tımar sahiplerini rastgele tayin etmeleri ve umarlarını ellerinden almaları sebebiyle bozulduğunu ve bu bo­zulmanın III. Murad devrinde başladığı bildirilmektedir.[27]

  1. SİSTEMİN BOZULMASI

               Tımar sistemi, XVII. yüzyılın başlarından itibaren nakdi ilişkilerin yaygınlaşması,fiyat hareketleri,harp teknolojisinin askeri bir meslek haline getirmesi,mali kapitalizmimden sanayi kapitalizmine geçiş gibi dünya ekonomisinde ortaya çıkan yapısal değişikliklerle eski önemini kaybetmeye başlamıştı.Tımar kesiminin merkez maliyesi içerisine alınmaya başlanması yeni tımar topraklarının iltizama verilmesi bu vetirenin önemli bir unsurudur.Vezirlerin,beylerbeylerinin, Sancakbeylerinin büyük ve verimli hasları ile zeamet ve tımarlar derece derece miri mukataa haline dönüştürülerek, iltizam veya emanet yoluyla merkez hazinesine bağlanıyordu.

               Bunun yanında sipahileri besleyemez duruma düşen küçük tımarlarda bir temerküz eğilimi göze çarpıyordu. Sipahiler böylece topraklarını kaybederek çok güç durumlara düşüyorlardı.Bu bozulma iltimas vs. ile tımarların ehil olmayanlara verilmesinin de önemli yeri vardır.[28]Tımar sistemini ayakta tutan üç esas olan alaybeylerinin ehil ve liyakatli kimseler olması, zeametve tımarların yalnız bunların arzları üzerine verilmesi ve sipahilerin sancaklarında oturup sefer zamanlarında alaybeylerinin emirlerine girmeleri hususları, özellikle XVII. yüzyılın sonlarından itibaren gözetilememiştir.[29]

               Tımar sistemi devletin diğer müesseselerinde olduğu gibi XVI. yüzyı­lın sonlarından itibaren bozulmaya başlamış ve eski hüviyetini yitirmiştir. Zira tımar dağıtımında uyulması gereken nizam ve kanunların aksine tımar, ehli kişilere verilmeyerek, rüşvetle askerlikle ilgisi olmayan haksız kimselere verilmiş, bu durum teşkilâtın bozulmasına yol açmıştır. Nitekim XVII. yüzyı­lın başlarında, 22 sancaktan meydana gelen Rumeli Eyâleti’nde cebelüleriyle beraber 33.000 tımarlı sipahi çıkarılırken, bu sayı iki binin altına düşmüş, aynı şekilde 18.700 askeri bulunan Anadolu Eyâleti’nde de tımarlı sipahi adedi bine inmiştir. Keza Kitâb-ı Müstetâb’da. İki yüz bin olan timarlı sipahi sayısının onda bire indiği belirtilmektedir.[30]

               XVI.yüzyıl sonlarının Habsburg Savaşlarında yeni savaş usulleri karşısında yetersiz kalan eyalet sipahileri,bundan böyle arka plana itildiler.Savaş meydanlarında yerlerini, giderek büyüyen bir yeniçeri ocağıyla birlikte,ateşli silahlarla donatılmış paralı sekban ve sarıcalar almaya başladı.[31]Tımar yalnız askerlere değil,bu tür maaş yada emeklilik maaşı olarak saray ve hükümet görevlilerine de verilirdi. Örneğin çavuş,müteferrika ve devlet dairelerindeki katipler tımar ve zeamet alabilirdi.Hatta sultan, gözdelerine “paşmaklık” ya da “arpalık” gibi adlarla tımar ve has gelirleri verebilirdi.16. yüzyılın ikinci yarısında askerlik dışı amaçlar için ayrılan tımarlardaki artış, sistemin bozulmasında önemli bir etmen olmuştur.[32]

               Sefer esnasında yoklama yapıldığında hazır bulunmayanlar “firari” tımarları ellerinden alındı.Bu suretle, işsiz kalmış binlerce sipahi Anadolu’ya yayıldı.Bu mazul sipahilerin Anadolu’da pek çok kargaşaya yol açtığı veya eşkıyaya karıştığı bilinmektedir.[33] Hükümetin tımarlı sipahiler hakkında yaptığı tetkikat ve yoklama neticesinde bir dirliğin iki sahibi meydana çıktığı gibi iki dirliğe birden sahip olanlar da görülmüştür. Bu münasebetle hükümet 1115 senesi iptidasında (1703 Mayıs) bizzat alay beyilerine göndermiş olduğu şiddetli bir fermanla esaslı sebepler olmadıkça küçük bahanelerle tımar ve zeamet tebdilini bildirmemelerini ve mükerrer arzlar göndermek suretiyle tımarlı teşkilâtını bozmamalarını emreylemiştir.[34]

               Kanunî devrinde tekâmülünün zirvesine erişen tımar sistemi, bu padişahın ölümünden sonra bozulma belirtileri göstermiştir.”Vezir Rüstem Paşa zamanında tımarlar ilk defa iltizama verilmiştir. İltizam usulü, Osmanlı toprak rejimini bozan ve imparator­luğun yıkılmasında büyük rol oynayan sebeplerden biri olmuştur. Mültezimler sade­ce fazla vergi toplamayı düşündükleri İçin reaya bundan zarar görmüş ve devletine olan güvenini   yitirmiştir. III. Murad devrinde tımar sistemindeki bozukluk daha da artmış; bir takım tımar sahipleri sadra­zamlara rüşvet vererek vazifelerini yapmaktan kaçınmışlar; beylerbeyi, tımarları ehline değil, en çok rüşvet veren kimselere vermiş ve saray hediye yarışına giren kişilerle dolup taşmıştır   (152). Rüşvetle vezirleri ve beylerbeylerini avuçlarının İçine alan dirlik sahiple­ri, tımarlarının vergilerini iltizama vermişler ve mültezimlerden aldıkları paralarla zevk-i sefaya dalmışlar; mültezimler de reayayı sıkıştırarak zor duruma düşürmüşler vergisini öde­yemeyen   reayanın ürününe veya toprağına el koymuşlardır. Fütuhat geliriyle beslenen imparatorluk ekonomisi Avrupa’da din savaşlarının bitmesine doğru, duraklamış ve geli­şen Batı teknolojisi karşısında gerilemek zorunda kalmıştır. Çabuk ve yeterli gelir temin etmek zarureti, dirlik sistemini sarsmış ve tımarlar Önceleri ehil kimselere verilirken, kısa  . sürede   gelir   getirmesi   amacıyla   en   yüksek   fiyatı   veren   mültezimlere   devredilmeye başlanmıştır .[35]

               Yeni tımarlar tevcih edilmemesi ve hayatta kalan sipahilerin neslinin tükenmesi neticesinde tımar sistemi kendiliğinden sona ermiştir. Tımar rejiminin ıslahı için bir takım girişimlerde bulunulmasına rağmen sistemin önemini yitirmesi önlenememiştir.[36]Tanzimat tımar sisteminin hukuki varlığını ortadan kaldırmıştı.Özellikle artan yabancı baskısı ülke topraklarına daha kolay müdahale edebilmek için liberal bir toprak sistemi getirilmişti.1858 Arazi Kanunnamesi ile zirai topraklarda özel mülkiyet ağırlık kazanmış,miri toprakların el değiştirmesi hızlanarak yaklaşık % 70’i özel mülkiyete geçmiş ve 1926 İsviçre Medeni Kanunu’na giden süreç başlamıştı.[37]

G.TIMAR SİSTEMİ VE FEODALİTE

               Tımar sistemi, yüzeysel olarak orta çağ Avrupa feodalizmine benzer; ancak ikisi arasında temel ayrılıklar vardır. Devlet, tımar sistemini uygulayabilmek için,toprak üzerinde hiç bir özel iyelik hakkıyla engellenmeksizin kendi mutlak denetimini kurar. Osmanlı devleti, daha önceki İslam devletleri örneğine uyarak, bütün tahıl ekilen tarım topraklarının “miri,” yani devlete ait olduğunu ilan etmiştir.Yalnız mülk ve vakıf toprakları bu kuralın dışında tutulmuştur. Tahrirde toprakların mülk ve vakıf nitelikleri sürebildiği gibi, sultanın iradesiyle gözden geçirilebilir,mülk ve vakıf nitelikleri kaldırılabilirdi.Bu sistemde genellikle tarım arazisi devlete aitti.Toprağı işleyen köylüler babadan oğula geçen kiracı konumundaydılar. Tapu resmi denilen bir para ödeyerek tasarruf hakkı kazanırlardı.Köylünün toprak üzerindeki hakları yalnız babadan oğula geçer, köylü toprağı satamaz, hediye olarak bağışlayamaz veya izinsiz olarak başkasına aktaramazdı.[38] Tımar sahibi, kanunlara ve devletin koyduğu nizama aykırı harekette bulunursa arazisi alınır. Arazi üzerinde yaşayan in­sanlar da feodalizmde olduğu gibi köle durumunda değildir. Elde ettikleri ürün, bulunduğu sancak veya kazaya ait kanunnâmeler çerçevesinde, en fazla onda bire kadar vergilerini vermek şartıyla kendilerinindir.[39]

                  Bütün bu özellikleri göz önüne alınacak olursa, ilk bakışta, tımar sis­teminin Avrupa’daki derebeylilik ile benzerlik gösterdiği düşünülebilir. Hâlbuki ikisi arasında büyük farklar olduğu aşikardır. Burda feodaliteye benzetilen belki de tek yön ise o topraklarda güçlü, yetkili birisinin reaya üzerindeki nüfuzudur.

SONUÇ

 

 

                   Osmanlı Devleti’nde ekonomik sistemin temelinin zirai faaliyetler olduğunu,ziraatın temelini de Osmanlı toprak sisteminin yani Dirlik toprakları dahilindeki Tımar Sisteminin oluşturduğunu daha önceleri belirtmiştik.Osmanlı topraklarında uyguladığı Tımar Sistemi sayesinde devletinin merkezini ve merkeze en uzak ücrasını,sınır boylarını kolayca idare edebilmiş; uçsuz bucaksız topraklarındaki dünya nüfusunun önemli bir kısmını, güvenli ve demokratik bir şekilde yönetebilmiştir.

                   XVI.yy. sonlarından itibaren Osmanlı Devleti birçok yönden olduğu gibi toprak sistemi alanında da bozulmalar başlamıştır. Avrupa ve dünyadaki yeni gelişmelere yetişememiş, ekonomisi de önce durağanlaşmaya sonra kötüleşmeye yüz tutmuştur.Devletin sonunu hazırlayan olumsuzluklar zincirine maalesef Tımar Sistemi’ndeki bozulmanın da katkısı olmuştur.Çünkü,bu sistem;hem istihdam-üretim, hem asker- vergi, hem de devlet-halk zincirinin koalisyonu idi.Yani devletin temeli , devletin ta kendisiydi.

ayrac

KAYNAKÇA

 

– ACUN,Fatma,Klasik Dönem Eyalet İdare Tarzı Olarak Tımar Sistemi ve  

  Uygulaması,Türkler Ansiklopedisi,C.9,Yeni Türkiye Yayınları,Ankara 2002.

– BARKAN,Ömer Lütfi,’’Osmanlı Toprak Düzeni’’İslam Ansiklopedisi,Diyanet

   Yayınları

– HALAÇOĞLU,Yusuf,XIV.-XVII.Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve

  Sosyal Yapı, TTK,Ankara  1998.

– IRCICA,Osmanlı Devleti Tarihi,İstanbul 1999.

– OFLAZ,Mustafa,’’Osmanlı Dirlik Sistemi’’,Türkler Ansiklopedisi,C.10,Yeni Türkiye

   Yayınları,Ankara 2002.

– ÖZTÜRK,Cemil,v.d.,Türk kültür Tarihi,Pegem Yayıncılık,Ankara 2005.

– UZUNÇARŞILI,İsmail Hakkı,Osmanlı Tarihi,C.II,TTK Yayınları,Ankara 2006.

– UZUNÇARŞILI,İsmail Hakkı,Osmanlı Tarihi,C.III,Kısım.II,TTK Basımevi, Ankara

   2003.

– UZUNÇARŞILI,İsmail Hakkı , Osmanlı Tarihi,C.IV,Kısım.I,TTK. Basımevi,

   Ankara 2007.

– ÜNAL,Mehmet Ali ,Osmanlı Müesseseleri Tarihi,Isparta 1997.

– İNALCIK,Halil ,Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal

  Tarihi,C.1,Eren Yayıncılık,İstanbul 2000.

– İNALCIK,Halil, Osmanlı imparatorluğu Klasik Çağ,Yapı Kredi Yayınları,İstanbul

  2008.

– TABAKOĞLU,Ahmet, Türk İktisat Tarihi, Dergah Yayınları,İstanbul 2005.

[1] Fatma Acun,Klasik Dönem Eyalet İdare Tarzı Olarak Tımar Sistemi ve Uygulaması,Türkler

  Ansiklopedisi,C.9,Yeni Türkiye Yayınları,Ankara 2002,s.899.

[2] IRCICA,Osmanlı Devleti Tarihi,İstanbul 1999, s.543.

[3] Acun,a.g.e.,s.899-900.

[4] Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, Dergah Yayınları,İstanbul 2005,s,215,216.

[5] Yusuf Halaçoğlu,XIV.-XVII.Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal

  Yapı, TTK, Ankara 1998,s.95.

[6] Acun,a.g.e.,s.899.

[7] Tabakoğlu,a.g.e.,s.216.

[8] Acun,a.g.e.,s.903.

[9]  Tabakoğlu,a.g.e.,s.218,219.

[10] Tabakoğlu,a.g.e.,s.220,221.

[11] Halaçoğlu,a.g.e.,s.98,99.

[12] Halil inalcık, Osmanlı imparatorluğu Klasik Çağ,Yapı Kredi Yayınları,İstanbul 2008,s.121.

[13] İnalcık,a.g.e.,s.113,114-120.

[14] Mustafa Oflaz,’’Osmanlı Dirlik Sistemi’’,Türkler Ansiklopedisi,C.10,Yeni Türkiye

   Yayınları,Ankara 2002,s.697.

[15] İsmail Hakkı Uzunçarşılı,Osmanlı Tarihi,C.II,TTK Yayınları,Ankara 2006,s.567.

[16] Tabakoğlu,a.g.e.,s.216,217.

[17] Halaçoğlu,a.g.e.,s.96.

[18] IRCICA,Osmanlı Devleti Tarihi,İstanbul 1999, s.543.

[19] Halaçoğlu,a.g.e.,s.96.

[20] Barkan,a.g.e.,s.63.

[21] İsmail Hakkı Uzunçarşılı,Osmanlı Tarihi,C.II,TTK Yayınları,Ankara 2006,s.567,568.

[22] Acun,a.g.e.,s.899.

[23] Mehmet Ali Ünal,Osmanlı Müesseseleri Tarihi,Isparta 1997,s.132.

[24] Barkan,a.g.e.,s.63.

[25] Barkan,a.g.e.,s.63.

[26] İsmail Hakkı Uzunçarşılı,Osmanlı Tarihi,C.III,Kısım.II,TTK Basımevi, Ankara 2003,s.185.

[27] Halaçoğlu,a.g.e.,s.99.

[28] Tabakoğlu,a.g.e.,s.216,217.

[29] Tabakoğlu,a.g.e.,s.227.

[30] Halaçoğlu,a.g.e.,s.99.

[31] Halil İnalcık,Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi,C.1,Eren Yayıncılık,İstanbul

    2000,s.160.

[32] İnalcık,a.g.e.,S.121.

[33] Acun,a.g.e.,s.907.

[34] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi,C.IV,Kısım.I,TTK. Basımevi, Ankara 2007,s.9.

[35] Barkan,a.g.e.,s.63.

[36] Acun,a.g.e.,s.907.

[37] Cemil Öztürk,v.d.,Türk Kültür Tarihi,Pegem Yayıncılık,Ankara 2005,s.309.

[38] İnalcık,a.g.e.,S.113.

[39] Halaçoğlu,a.g.e.,s.99.