Her hangi bir yerde her hangi bir ortamda ve zamanda bir söze başlanılacak olunsa hep” din kardeşiyiz” “Elhamdülillah Müslümanız ayrımız gayrımız yok” “Aynı Peygamberin ümmetiyiz” ” Biz Müslümanlar tek bir ümmet, tek bir milletiz” diye üst kimliğimizden dem vururuz. En önemli aidetlik duygumuzu ifade ederiz. Bir olmalıyız iri olmalıyız diri olmalıyız sözünü tekrar ederiz. Aslında hayati öneme haiz bu ifadeler maalesef yaşanmışlıklarımızdan yola çıkarak bize şu sonucu göstermektedir: Bu sözlerin içini doldur(a)madığımız için basit bir taraftar slogan ehemmiyeti dahi taşımayan basmakalıp cümleler haline dönüşmüş kalmıştır. Şu an itibariyle bunların hepsi birer temenni olmanın ötesinde bir şey değil ve aslında olmamız gerekenleri ifade ediyor.

İslam ülkeleri kendi Müslüman toplumlarını ulus devlet ideolojilerinden arındırıp özgür bıraksa, milli kavramını İslami kavrama devşirse Müslümanların önündeki en önemli engeli kaldırmış olurlar. Dünya Müslüman birliğinin senkronizasyonundaki en temel bağlantı kopukluğunu onarmış olurlar. Çünkü en önce Müslüman kimliği ön planda olan Müslüman ülkeler bir biriyle ilişki kurmakta zorlanmakta, öteki-beri durumunda kendi menfaatlerince İslâm düşmanı müttefiklerini birbirlerine tercih etmekteler. Oysa ki Allah azze ve celle ayeti keriminde Müslümanım diyen her kese çok açık bir emir ve nasihatte bulunuyor ve diyor ki : Ey iman edenler, Yahudi ve Hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.(Maide/51). Anlaşılan o ki Müslümanlar, birbirlerini dost edinmek mecburiyetinde iken Allah’ın dost edinmeyi yasakladığı kimseleri dost edinerek öncelikle Allah’a (CC) karşı gelmekte, kendisi için tek olan otoriteyi (haşa) hiçe saymakta, dinlememektedir. İş en temelinden bozulunca ilerleyen aşamalarda düzelmiyor. Yani İman ettiğimiz yada ettiğimizi düşündüğümüz temel prensiplerde sorunumuz var bizim Müslümanlar olarak. Bunları teker teker sorgulamamız gerekmektedir. Hatta birçok konuda yeniden İman etmemiz gerekmektedir. Sıfırdan sanki ilkkez Müslüman oluyormuşuz gibi. Bu şu açıdan çok önemli, İslam diye kullandığımız ve bizi param parça, bölük pörçük ayırıp adeta yok eden bir çok unsurun, aslında İslam ile çok bir alakası yoktur, en azından İslam’ı ikinci plana itecek kadar bir önemlerinin olmaması gerekiyor. Örneğin, kültürümüzün, günlük ihtiyaçlarımızın, devlet geleneklerinin ve yasalarının, milliyetimizin, mezhebimizin, cemaat ve tarikatlarımızın, devlet, bayrak ve vatan sevgimizin bize yüklemiş olduğu ve çoğu zaman İslam’ın önüne geçen değerler bizi, Müslüman olarak ve insan olarak ayrıştıran çok önemli damarlardır. Bir Müslümanın bu değerler ile ilişkisini yeniden kurgulamak gerekiyor, bunları İslam’ın veya Müslümanın üstünde, önceliğinde görmemesi gerekiyor. İşte sürekli bahsi geçen Ümmet olma durumu yani Allah Rasulü’nün (SAV) emrettiği Mümin kardeş olma zorunluluğu, ” İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olamazsınız” ( Müslim, Ebu Davud, Tirmizi) sözüyle bizi muhatap kılmaktadır.
Allah’ı (CC), Rasulünü, Kitabını; seveceğimize, dinleyeceğimize; Allah’tan korkacağımıza, Rasulüne itaat edeceğimize başkalarına kanıyor, itaat ediyor; başkalarını seviyor, dinliyoruz; başkalarından korkuyoruz. Bu başkaları kimi zaman devlet büyükleri, kimi zaman aile büyükleri, kimi zaman din büyükleri, kimi zaman da para büyükleri olabilmektedir. Bu arkasından gittiğimiz sözde büyüklerin Müslümanların dünyasını ne hale getirdiklerine bakıldığında aslında fazla söze gerek de kalmamaktadır.
Çünkü İslam dini daha ilk yıllarında Müslümanlara nasıl bir dünya vaat etmiş ve bunu ne kadar kısa bir zamanda hayata geçirmiş olduğunu, 15 sahabinin Peygamberimizin (SAV) izniyle 615 yılında Habeşistan hicretinde; Sahabi ile Kral Necaşi arasındaki görüşmeden anlıyoruz. Habeş Kralı Necaşi’nin Müslümanlara sizin dininiz nasıl bir dindir? diye sorduğunda, Muhacirler adına Cafer b. EbiTalib, tarihi ve manidar cevabıyla İslam dininin ne olduğunu günümüzede ışık tutacak şekilde anlatmıştır.
Ey hükümdar! Diye söze başlayan Cafer b. EbiTalib tarihe şunları not düştü: ” Biz cahiliye halkından bir kavimdik. Putlara tapar, ölmüş hayvan eti yerdik. Bütün kötülükleri yapardık. Akrabalarımızla ilgimizi keser, akraba hakkı gözetmezdik. Komşularımızı unutur, komşuluk vazifelerini yerine getirmezdik. İçimizde güçlü olan güçsüz, zayıf olanı yerdi. Yüce Allah bize kendimizden soyunu sopunu, doğruluğunu, eminliğini, iffet ve nezahatini bildiğimiz Rasulü gönderinceye kadar, biz hep bu kötü durum ve tutumda idik. O Peygamber, bizi, bizim ve babalarımızın Allah’tan başka tapa geldiği taştan, ağaçtan, altın ve gümüşten yapılmış putları bırakarak Allah’ın birliğine inanmaya ve yalnız O’na ibadet etmeye davet etti. Yine o Peygamber, doğru söylemeyi, emaneti sahibine vermeyi, akraba haklarını gözetmeyi, komşulara iyi davranmayı, haramlardan uzaklaşıp kan dökmekten geri durmayı bize emretti. Yine o, bizi her türlü çirkin, yüz kızartıcı söz ve işlerden, yalan söylemekten, yetim malı yemekten, iffetli kadınlara dil uzatmaktan ve iftira etmekten de men etti. Ayrıca, hiç bir şeyi kendisine eş ve ortak koşmaksızın, yalnız Allah’a ibadet etmeyi, namaz kılmayı, zekât vermeyi, oruç tutmamızı da bize emretti. Biz onu doğruladık ve ona iman ettik. Allah tarafından getirdiği şeylere göre, ona tâbi olduk. Bir ve Tek olan Allah’a ibadet ettik, O’na hiçbir şeyi ortak koşmadık. O’nun bize haram kıldığını haram, helal kıldığını helal kabul ettik. ”
Sahabinin anlattığı İslam dini acaba bizim yaşadığımız İslam diniyle ne kadar benzerlik gösteriyor. Aslında şu kıyas bile bize bir fikir verir sanırım. Müslümanların Habeşistan’daki İslam ahlakıyla yaşayışları Habeşlileri çok etkilemiş ve kısa sürede kitleler halinde onların İslam’a girmelerine vesile olmuştur. Bu durumu anlatan çok güzel bir söz var: ”Size bakıp Müslümanlığa özenen insanlar yoksa İmanınızı gözden geçirin” diye. Şimdi bırakın kitlesel İslam’a katılmayı, kitlesel İslam düşmanlığı -İslamafobi- her geçen gün artmaktadır. Tam da bu durumda kendimizi ve Habeşistan’a hicret eden sahabileri kıyasla karşılaştıralım ve İslam temsiliyetimizi bir daha sorgulayalım. ” Biz bu dini kitlesel katılımdan kitlesel düşmanlığa nasıl dönüştürdük.” Artık Müslümanların bir karar verme zamanı gelmiştir. Devlet-Birey-İslam ilişkisini tekrardan yapılandırması gerekmektedir. Müslümanlar, tam olarak İslamlaşmamış toplumlarına İslam Devlet kılıfını giydirmekten vazgeçmelidir. İslamlaştırılan bir devletin toplumu İslamlaştıracağı düşüncesinin hatası ve imkânsızlığı kabul edilmelidir. Bu kadar kötü temsiliyetten sonra en azından belli bir süre bireylerden başlayarak ideal toplumlar inşa edene kadar, İslam siyasallaştırılmaktan arındırılmalıdır. Çünkü ulus devlet aktörleri Siyasal İslam adı altında yerleştirmeye çalıştıkları kendi otoriter alanlarını, o kadar çok kendi çıkar ve menfaatlerine kullandılar ki, bu halk nezdinde kabul görmediği gibi devletlerarasındaki İslam halk ilişkilerine çok zarar verdi. Siyasal İslam ısrarı, İslam halkını daha çok İslamsız Siyasallaşmaya yönlendirdi. Bu durum demokratik siyasal yönetimlere kıyasla tam bir fiyaskoydu. Çünkü halkı bölüp, ülkede adalet duygusunu kaldırıp, belirli kişi ve grupları üstünleştirip, kişi kültlerine zemin hazırlayıp, otoriter diktatörlüklerin önünü açmıştır. İslam devletlerindeki bu yaygın yönetim anlayışı sonucu İslam Dünyası, bölük pörçük bir İslam coğrafyası, halkı ve medeniyeti enkazına dönüştü. İslam toplumları acil olarak önce devletlerini demokratikleştirip, özgürleştirip ve adaletli bir hale getirmeleri gerekiyor. Şu anki Avrupa ve ABD ülkeleri gibi, Tıpkı Necaşi’nin ülkesinde olduğu gibi. Sonra birey temelinde aile kurumuyla başlayıp herkesin Müslümanlığına özendiği kişiler olmak gerekiyor. Ve bunu bütün topluma yaymak ve bu temelde inşa edilmiş toplumların içinden seçilen yöneticilerle, herkesin vicdanında yer edinecek önderlerle, devletleri MERHALLELERLE İslamlaştırmak gerekiyor. İslam devleti, zamanla ve büyük ölçüde kendiliğinden meydana gelecek bir süreç, en önemli yapı taşı ise dinci değil dindar, her şeyden önce insan, Allah rızası için ihlasla yaşayan mümin bireylerdir. Unutulmamalıdır ki; Devletin İslamlaşması ülküsü ile İslam’ın Siyasallaşması teşebbüsleri çatışmasına dönüşen zeminde en büyük zararı ve yarayı İslam dini ve mensupları aldı.
Not: Siyasal İslam’ın Başarısızlığını gösteren somut bir gelişme yaşandı: Arap Baharını başlatan ülke Tunus’un İslami partisi Ennahda’nın lideri RaşidGannuşi ” artık siyasal İslam’ı terkedeceklerini ve kendilerini bundan sonra Müslüman Demokratlar olarak tanımladıklarını ifade etmiştir. Dini faaliyetlerin siyasi faaliyetlerden tamamen ayrı olmasını isteyen Gannuşi, gerekçe olarak Bu politikacıların yararına çünkü artık dini siyasete alet etmekle suçlanmayacaklardır. Din açısından da daha iyi bu sayede din politikaya rehin olmayacaktır.

Mehmet KARASAKAL