Aklımız yettikden sonra dünyada en sevdiğimiz varlıklarımızdır annelerimiz, hatta beraber büyüme şansımız olduysa anneanne ve babaannelerimizde en çok sevdiklerimizdir. Dünyadaki hiçbir şeye değişmeyiz onların saçlarının bir telini, öyle olmasaydı Cennet gibi elde edilmesi çok zor olan bir ödül hiç annelerin ayağının altına serilir miydi. Zaman içerisinde büyürüz, büyürken bacılarımız var ise onlar ile hayatın ne kadar daha güzel olduğunu anlarız, üstelik çevremizden gördüğümüzle bunun ölene kadar da sürdüğünü biliriz. On erkek kardeşten daha fedakarca sever, sayar ve bilir bizi bir kız kardaşımız. Büyümeye devam ederiz, hiç beklemediğimiz, bilmediğimiz duygularıda büyüterek zavallı bedenimizde büyüdüğümüzü sanırız, bu duygu ruhumuza işlediğinde. Çok severiz onu, öyleki bakmaya kıyamayız. Öyle büyürki içimizde anneyide bacıyı da unutturur o andaki dünyamızda. Hayalimizde tek bir şey onunla bir evlenebilsem başka hiçbir şey istemem şu dünyadan deriz ve aynı zamanda dilek ve duamız olur. Nasip olur ve dünyanın en mutlu insanı oluruz. Sanırızki daha da bunun üstüne bir mutluluk yok bu alemde. Kavuşmak böyle tarifsiz bir saadetin son noktasıdır yüreğimizde, ruhumuzda ve bedenimizde. Hani aklımda sen fikrimde sen şarkısındaki gibi, peki kim içindir bu ulvi muhabbet sevgili için, yar için, eş için. Zaman içerisinde erkek evlatlarınız olur çok sevdiğiniz o yardan o eşden,  aile saadetinin tadından yenmez durumu yaşanır. Ancak hâla sanıldığı gibi mutluluğun doruğu değildir hâli hazır olan, çünkü Allah’ın en güzel lütfü gelecek daha bir baba için birde kızı olacak işte o zaman anlayacak bundan öncesi ve sonrası ayrımını. Kız evlat bir babayı bu kadar nasıl mutlu edebilir diye çok düşünenler bile hemen anlayamazlar. Çünkü daha cahiliye devrinin kız evlatları gelir akıllarına diri diri gömülen. Bütün dünya Peygamber Efendimiz  (SAV) ile öğrenecek ve de öğrendi kız babasının ne kadar mutlu olacağını ve mutlu olduğunu. Peygamber Efendimiz  (SAV) şu hadisiyle kız sahiplerini müjdeliyor: “Kim üç kız veya üç kız kardeş veya iki kız kardeş veya iki kız yetiştirir, terbiye ve eğitimlerini eksik etmez, onlara iyi davranır ve evlendirirse cenneti hak etmiştir.” (Tirmizî, Birr: 13) İşte şimdi hiç düşünmeden anlayabilir belki kız çocuğunu nasıl bir lütuf olduğunu.
Anamız, ninelerimiz, bacımız, halamız, teyzemiz ve kızımız. Dünyadaki enkıymetli varlıklarımızı saysak herhalde bunlardan sonra başlarız saymaya değil mi? Peki bu kadar sevdiğimiz, kıymetli gördüğümüz, uğrunda canımızı verdiğimiz, namusumuz, kader ortağımız bu müstesna varlıklar neden bu kadar şiddete maruz kalmakta, değersizleşmekte, her türlü saldırıya uğramakta, bütün erkeklerin gözünde yalnızca cinsellikle hatırlanmakta, meta olarak görülmekte…daha sayfalarca olumsuzluklar sıralanmakta neden ?
   Üç tane örnek olay Türkiye’nin gündemini  çok meşgul etmişti, biri magazin boyutuyla diğeri, sosyal boyutuyla bir diğeri, sapkın bir adi suç boyutuyla. Üç olayın ortak yönleri vardı. Üçünün de aktörü erkek, üçü de 60’lı yaşlarda, üçü de ünlü, biri yazar, biri iş adamı, bir diğeri yine bir kodaman zengin, biri tacizde bulundu, biri evlendi, biri sevgili edindi, üçünün de gündeme geliş sebebi birlikte oldukları, zarar verdikleri kızları yaşındaki 20’li yaşlarda kız çocukları idi. Bunlar haber edinirken, onlara haber değeri yüklenirken kimse onların anne, baba, kardeşi ve en önemlisi onların nezdinde akranlarının yerine koymadı kendini.
Burda en başta görsel, işitsel ve yazılı basın yayın suçludur, ve bizzat sorumludur. Bu haberleri yalnızca tiraj arttırma arzusuyla hiçbir toplumsal değer, insan hak ve hürriyet i tanımadan yalnızca pazarlama olarak işlediği için, bundan çıkar elde ettiği için
    Bir erkek düşünün, 10 yaşında, 20 yaşında, 30 yaşında, 50 yaşında, 70 yaşında hep aynı duygu düşünce ve psikososyolojiyle 20 yaşındaki bir genç kıza aynı gözle bakmaktadır. Bu çok arıza bir durumdur, hem sosyolojik olarak, hem psikolojik olarak, hem ahlaki olarak. Her gözün bir kadını gördüğünde ona yüklediği bir mâna olmalıdır. Göz, her gördüğüne aynı mânayı yüklememelidir. Yani, bir erkeğin 20 yaşlarındaki bir genç bayana sırasıyla abla, arkadaş, küçüğü ve ya kardeşi, kızı ve torunu olarak bakmalıdır.
Erkekler yıllardır ve her geçen  zaman içerisinde artarak devam eden bir sakat düşüncenin hastası oldu, kendi anne ve bacıları haricindeki bütün kadınları yalnızca cinsel olarak sınıflamaktadır, halbuki bir erkek evlendiği zaman aslında eşinden yana tercih ettiği aile birlikteliğinden dolayı dünyadaki bütün kadınlardan elini, ayağını , gözünü, çekmesi gerek ve diğer hiç bir kadına cinsel bir mana yüklememesi gerek, onları komşusu, mesai arkadaşı, hastası, velisi, müşterisi, işçisi, patronu, en azından herhangi bir kimse olarak görmesi gerekir. Bu durumu topluma tekrar kazandırmak için herkes üzerine düşeni yapmalıdır.
  Her türlü değer sisteminde ÖZGECAN kutsal ve melekler gibi tertemiz. O nun başına gelenler, bir bireyin yapmış olduğu münferit bir canilik, sapıklık, hayasızlık, zalimlik değil; bu tarifi imkansız acı; toplumun, devletin, eğitim ve öğretimin, hukukun, siyasetin ve bütün kurum ve kuruluşların bütün ailelerin sorumluluğunda işlenmiş bir suçtur. Bir insan bu hâle gelene kadar sistemin hiç bir yerinde hiç bir zamanında en ufak bir etik, ahlaki, dini, sosyal, kültürel bir mekanizmanın, bir çarkının bir dişlisine takılıp düzelememiş ise bundan top yekün bir ülke bir toplum bir devlet sorumludur. ÖZGECAN Olayı, namusu, izzet ve şerefi, haysiyeti olan bütün erkekler için bir yara bir dert olmalıdır; bu erkeklerin eşleri, anne ve bacıları içinde erkeklerini bu konuda terbiye etme açısından bir ders olmalıdır. En önemlilerden yarından itibaren özelikle küçük kentlerdeki Üniversite okuyan öğrenci kızlarımız başta olmak üzere,sokaktaki bütün kızlarımıza ve kadınlarımıza her kesin bakış açısını değiştirmesi, duygusunu iyileştirmesi, saygısını arttırmasıyla başlayabiliriz.
ÖZGECAN olayında en önemli görevlerden biri devlete ve kurumlarına düşmektedir.
Bu tarz canilikleri yapana en şiddetli cezalar verilerek, meyilli olanlar tespit edilip mümkün ise ıslahı değilse sistematik bir şekilde toplumdan tecrit edilerek, her türlü hukuki tetbirler alınarak kızlarımız ve kadınlarımız devletin güvenliği altında olmalıdır. Bunu da hissetmelidirler. Bakın bunu yapan, başaran bir ülkeden kısa bir yaşanmış örnek vereyim. Olay İngiltere’de yaşanmıştır. Geceyarısı parkta yürüyen bir genç kızı korkutan adama İngiliz yargıç 7 yıl 7 gün hapis cezası vermiştir. Bu duruma gazeteciler şaşırıp bu cezanın neden bu kadar olduğunu sormuşlar. Çünkü adam kıza elini bile sürmemişti, üstelik kızın çığlıklarıyla panikleyen adam hemen yakalanıvermişti. Yargıcın yanıtı ise tarihi bir niteliktedir: Kızı korkutmanın cezası 7 gündür. 7 yıl ise İngiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır. İşte devlet dediğin vatandaşını böyle korur, daha başına birşey gelmeden tetbirlerini alır. Bizde mağdurenin annesi, ÖZGECAN’ın annesi yüreğinin acısını şu kelimelerle ifade ediyor; ” çok acı çekmiştir kızım keşke silahla öldürselerdi. ” Bir devlet, bir toplum bu sözlerin altından nasıl kalkar bilmiyorum? Tablo o kadar acı ki insanın dili varmıyor; son 9 yılda 7.000 den fazla kadın tecavüze uğramış, üstelik %60’ı 18 yaşından küçük yani çocuk. İnsan olanın yüreği kaldırır mı bu durumu. Devleti olanın başına gelirmi bunlar, çünkü İngiliz’in başına gelmiyor. ÖZGECAN sen nur içinde uyu, mekanın cennet olsun. Sen hak ettiğin şekilde yaşayamadın ama layık olduğun yerdesin, devletinin adaleti seni koruyamadı ama eminim ki şu an çok emin bir eldesin. Allah’ın rahmeti üzerine olsun…
Mehmet Karasakal