Tarih bir anlamda nasihat ilmidir. Rasulullah (SAV) de bir hadisinde ” Dinin temeli nasihattir ” diyor. O zaman sesleniyoruz; meselenin baş kahramanları oldukları için, başta devlet büyüklerimize ve din alimlerimize ve bütün insanlara nasihat isteyen yok mu? Ebû Hâzim bizim için konuşuyor.

        Günümüzde anlamını yitiren değerler dünyasında, bir dünya değerin kadrini kıymetini hatırlatma vesilesiyle…

         

          İslam tarihinde eşine ender rastlanan diyaloglar manzumelerinin en kıymetlilerinden bir tanesi hiç şüphesiz, Emevi Devleti’nin yedinci Halifesi Süleyman bin Abdülmelik (715-718) ile tâbiinden Ebû Hâzim arasında geçmiştir. Rivayetçisi Dahhak bin Musa bu tarihi görüşmeyi bize şöyle nakletmiştir:

          Emevi Halifesi Süleyman bin Abdulmelik Mekke’ye giderken Medine’ye uğradı ve orada birkaç gün kaldı. Yanındakilere:

  • Medine’de Peygamber (SAV)’in ashabından herhangi birine yetişmiş olan bir kimse var mı diye sordu? Kendisine:
  • Ebû Hâzim adında birisi var, dediler. Huzuruna gelmesi için ona haber gönderdi. Geldiğinde aralarında şu konuşma geçti: 
  • Ey Ebû Hâzim! Bizden ne diye böyle uzak duruyorsun?
  • Ey Mü’minlerin Emiri! Benden Ne gibi bir ilgisizlik gördün?
  • Medine’nin ileri gelenleri yanıma geldiği halde sen gelmedin.
  • Ey Mü’minlerin Emiri! Olmayan bir şeyi söylemekten seni Allah’a sığındırırım. Bu günden önce ne sen beni tanımıştın ne de ben seni görmüştüm.

          Süleyman bin Abdülmelik yanındaki Muhammed bin Şihab ez-Zühri’ye döndü ve:

  • Bu yaşlı adam isabet etti, ben ise yanıldım, dedi. Sonra Ebû Hâzim ile konuşmasına devam etti:
  • Bize ne oluyor  ki ölümden hoşlanmıyoruz?
  • Çünkü sizler ahiretinizi harap ettiniz, dünyanızı ise ma’mur ettiniz. O bakımdan ma’mur bir yerden harebe bir yere geçişten hoşlanmıyorsunuz.
  • Doğru söyledin ey Ebû Hâzim! Peki yarın yüce Allah’ın huzuruna giriş nasıl olacaktır?
  • İyilik yapan kimse gurbetten sonra ailesine dönen kimse gibi olacaktır. Kötülük yapan kimse ise efendisine geri dönen kaçak köle gibi olacaktır.

Bunun üzerine Halife Süleyman ağladı ve şöyle dedi:

  • Allah katında ne ile karşılaşacağımızı ah bir bilseydim..!
  • Ebû Hâzim: Amellerini Allah’ın kitabına göre değerlendir.
  • Halife: Onu değerlendirmek için nereye bakmalıyım diye sorunca?
  • Ebû Hizâm, İnfitar Suresinin 13,14 ayetlerini kendisine okudu: ” İyiler şüphesiz Naim Cennetindedirler, kötüler de şüphesiz cehennemdedirler.”
  • Bu ayetlerden sonra Halife Süleyman: Yâ Ebû Hâzim, öyle ise Allah’ın rahmeti nerede kaldı diye sordu?
  • Ebû Hâzim, cevaben bu defa A’râf Suresinden 56. Ayeti okudu: ”… Allah’ın rahmeti muhsinlere (iyilik edenlere) yakındır.

Halife Süleyman bunun üzerine sorularına devam etti.

  • Allah’ın kulları arasında en değerlileri kimlerdir?
  • İnsaf ve merhamet sahibi akıllı kimselerdir.
  • Hangi amel daha faziletlidir?
  • Haramlardan uzak durmakla birlikte farzları yerine getirmek.
  • Hangi dua kabule daha şayandır?
  • Kendisine iyilik yapılan kimsenin iyilik yapana yaptığı dua.
  • Hangi sadaka daha faziletlidir?
  • Az bir malı olmakla birlikte yoksul bir kimseye güç yettiğince veren, bununla birlikte bu sadakayı başa kakmayan ve bundan dolayı rahatsız etmeyen kimsenin sadakası.
  • Hangi söz daha adildir?
  • Kendisinden korktuğun veya bir şeyler umduğun kimsenin önünde hakkı söylemek.
  • En akıllı Mü’min kimdir?
  • Allah’a itaat ile amel eden ve insanlara da o yolu gösteren kimsedir.
  • En ahmak Mü’min kimdir?
  • Kardeşi zalim olduğu halde, kardeşinin hevasına uygun hareket eden ve böylece başkasının dünyalığı uğruna kendi ahretini feda eden kimsedir.

          Doğru söyledin Yâ Ebû Hâzim, peki bizim içinde bulunduğumuz durum hakkında ne dersin?

  • Ey Mü’minlerin Emiri! Müsaade ederseniz bu soruya cevap vermeyeyim!
  • Hayır! Sen bu sözlerini bana vereceğin bir nasihat olarak söyle.
  • Ey Mü’minlerin Emîri! Senin babaların insanları kılıç zoruyla baskı altına aldılar. İdareyi zorla, Müslümanlarla istişare etmeksizin ve onların rızası dışında ele geçirdiler. Bu esnada pek çok insanın kanını döktüler. Onlar da sonunda saltanatlarını bırakıp ahirete göçtüler. Keşke şimdi onların ahret âleminde neler söylediklerini (eyvah ve vah vahlarını) duyabilsen ve kendilerine neler söylendiğini bir bilebilsen!
  • Halife Süleyman’ın yanında bulunanlardan biri:
  • Ne kötü söz söyledin Ebû Hâzim dedi! Ebû Hâzim de cevaben:
  • Bu hususta sen haksızsın! Çünkü Allah, ilim adamlarına, hiçbir şeyden korkmaksızın insanlara hakkı, hakikati ve doğruyu telkin etmelerini ve hiçbir hakîkati kesinlikle gizlememelerini emretmiştir dedi. Halife Süleyman tekrar sormaya devam etti:
  • Peki, biz nasıl ıslah oluruz diye sorunca? Ebû Hâzim şöyle cevap verdi:
  • Şerri ve zulmü bırakırsanız, Allâh’ın mahlûkâtına şefkat ve merhametle muâmele ederseniz ve insanlar arasında eşit taksimatta bulunursanız, ıslah olmuş olursunuz!
  • Böyle bir şeyi nasıl yapabiliriz?
  • Mallarınızı helâl yoldan kazanınız, emânet olan dünya malını ehli olan kimselere infâk ediniz, dedi.
  • Ey Ebû Hâzim! Bize arkadaşlık eder misin? Eğer edersen sen bizden, biz de senin nasihatlerinden istifade ederiz.
  • Bundan Allah’a sığınırım.
  • Nedenmiş o ?
  • Az da olsa size meyletmekten korkarım! Zira siz nefislerinizin sultası altındasınız. Ben de size meyledersem o vakit yüce Allah hayatı da, ölümü de bana azap vesîlesi kılar.
  • Ey Ebû Hâzim, öyleyse bir ihtiyacın varsa bana söyle!
  • Beni cehennemden kurtarıp cennete koyabilir misin?
  • Bu benim yapabileceğim bir şey değil!
  • Öyleyse benim senin yapabileceğin başka bir ihtiyacım yok!
  • O hâlde bana duâ et!
  • Allâh’ım, eğer Süleyman Sen’in dostun ise, ona dünya ve âhiretin hayırlarını ihsân et. Eğer Sen’in hatalı yolda giden bir kulun ise, yâ Rabbi, onu perçeminden tut, sevdiğin ve razı olduğun şeylere ilet.
  • Bu kadar mı?
  • Eğer sen bu duâya lâyık isen ben gerçekten çok veciz ve aynı zamanda pek çok faydalar ihtivâ eden bir duâ yaptım. Yok, lâyık değilsen veya sırât-ı müstakîm üzere yaşamaya niyetin yoksa, o zaman bu, kirişi olmayan bir yay ile ok atmaya benzer ki, bunun hiçbir faydası yoktur.
  • Bana tavsiyede bulun!
  • Sana özlü bir tavsiyede bulunacağım: Rabbine tâzimle ibâdet et ve O’nu yücelt! Rabbinin seni her an gözetlediği, kalbinde kâmil bir idrak hâline gelsin. O’nun yasakladığı bir şeyi yapmaktan ve emrettiği bir şeyi ihmâl etmekten şiddetle sakın.

          Bunları söyledikten sonra Ebû Hâzim, Halife Süleyman’ın yanından ayrıldı. Süleyman ise arkasından Ebû Hâzim’e yüz dinar gönderdi ve: 

  • Sen bunları harca, buna benzer sana daha pek çok ihsanlarda bulunacağım!” diye bir de mektup gönderdi.
  • Ancak Ebû Hâzim, bu yüz dinarı kabul etmeyerek Halifeye geri gönderdi ve şunları yazdı:
  • Ey Mü’minlerin Emîri! 
  • Senin bana sorduğun soruların bir şaka olmasından ve benimde sana cevap vermemin senden bağış beklemek umuduyla olmasından Allâh’a sığınırım! Ben böyle bir şeyi sana yakıştıramıyorum da kendime nasıl yakıştırırım? Ben sana herhangi bir menfaat karşılığında nasihatte bulunmadım ki! 
  • Sana bu hususta bir kıssa nakledeyim:

          İmran oğlu Hz. Musa Medyen suyuna varınca, suyun başında (hayvanlarını) sulamakta olan bazı insanlar gördü. Bunların yanında da koyunlarını suya salmamak için uğraşan iki kız gördü. Mûsâ onlara: 

  • (Koyunlarınızı burada tutmaktaki) maksadınız ne? dedi. Onlar, 
  • Çobanlar sulayıp çekilinceye kadar biz koyunlarımızı sulayamayız. Babamız ise çok yaşlı bir adamdır, dediler.

          Bunun üzerine Mûsâ onların koyunlarını suladı. Sonra gölgeye çekilip, 

  • “Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım” dedi.(Dua etti)

          O, bu duayı yaparken aç idi, düşman tehlikesinden korkuyordu ve güven içinde değildi. Buna rağmen Rabbinden diledi, insanlardan hiçbir şey istemedi. Çobanlar bu durumun farkına varamadılar ama iki kız durumu anladı. Babalarına döndüklerinde durumu ve Hz. Musa’nın söylediklerini anlattılar. Babaları olan Şuayb (a.s.) şöyle dedi:

  • Bu aç bir adamdır, sonra kızlarından birine:
  • Git onu buraya davet et, dedi.

Kız, Hz. Musa’nın yanına varınca ona gereken saygıyı gösterdi, yüzünü örterek:

  • Babam sizi çağırıyor, koyunlarımızı sulayıverdiğiniz için size ücret verecek!..dedi.

          Yaptığı iyiliğin zikredilmesi ve buna karşılık ücret verileceğinin bildirilmesi Hz. Mûsâ’nın gönlüne ağır geldi. Ancak kızı tâkip etmekten başka bir yol bulamadı. Zîrâ O, dağlar arasında aç ve yapayalnız idi.

          Kızın ardı sıra giderken rüzgâr esiyor, kızın elbisesini bedenine yapıştırıyor, vücut hatlarını ortaya çıkarıyordu. Hazret-i Mûsâ ise, bazen yüzünü yana çeviriyor, bazen de gözlerini yumuyordu. Artık sabrı tükenince kıza:

  • Ey Allâh’ın kulu, arkamdan yürü de ne tarafa gideceğimi sözlerinle bana bildir!dedi.

          Hz. Musa, Hz. Şuayb’ın yanına varınca akşam yemeğinin hazırlanmış olduğunu gördü. Hz. Şuayb ona:

  • Gel otur delikanlı, yemek ye dedi. Hz. Mûsâ ise:
  • Bundan Allah’a sığınırım diye cevap verdi. Hz. Şuayb büyük bir hayret içinde:
  • Neden, yoksa aç değil misin diye sorunca? Hz. Mûsâ :
  • Evet, açım, fakat bu yemeğin, koyunları sulayıvermemin karşılığı olmasından korkuyorum. Bizler öyle bir âileye mensubuz ki, her hayrı sadece Allâh’ın rızâsı için yaparız, dinimizi yeryüzü dolusu altına dahi değişmeyiz, dedi. Hz. Şuayb da ona:
  • Gel otur ey delikanlı, Sen’in düşündüğün gibi değil. Bu benim ve babalarımın âdetidir. Misâfire ikrâm eder, insanlara yemek yediririz, dedi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ oturup yemek yedi.

           Ebû Hâzim, Kur’an-ı Kerim’de (Kasas 23,24,25. Ayetlerde) geçen bu kıssayı anlattıktan sonra Halîfe Süleyman’a gönderdiği yazıyı şu hikmetli sözlerle tamamladı:

          Şimdi, bu yüz dinar, söylediğim sözlerin karşılığı ise, ancak zarûret hâlinde yenilebilen leş, kan ve domuz eti bunlardan daha helâldir. Yok, eğer o dinarları Beytülmal’deki bir hakkım imiş gibi düşündüysen, o zaman bu paralarda benim gibi daha nicelerinin hakkı vardır. Bu hususta aramızda eşit bir taksimatta bulunduysan mesele yok, aksi hâlde benim de bunlara ihtiyacım yok.”

 

           Bu nasihatin etkisi varmıdır bilmem ama Süleyman bin Abdülmelik’ten sonra gelen Emevi Halifesi Ömer bin Abdülaziz bütün tarihçiler tarafından iki buçuk yıllık kısa bir halifeliği olmasına rağmen Emevilerin hatta İslam Tarihinin en büyük şahsiyetleri arasında gösterilmiş, özellikle ehli beyte karşı yapılan haksızlığı gidermede tarihi bir rol almıştır.

        Kim bilir bir nasihat bir kişinin, o kişi de bir neslin kurtuluşuna vesile olur. Unutmayalım en büyük nasihat ölümdür, ya nasihat veren yada nasihat alan olalım, iş işten geçmeden kendimiz nasihat olmayalım.

 

                                                                                                           21 Mart 2017

 

Kaynak: Ümmü Reyhane, Kitabu’l-İlim ve’l-Edeb, Konevi, Konya, 2002, s:239-245., (Bkz. Dârimî, Mukaddime 56/653; Ebû Nuaym, Hilye, III, 234-236)