Âlemi İslam’a bakıldığında İslam temsiliyet oranı yüksek yani İslam Devleti diye bilinen ülkelerin tamamı bir birleriyle ( bazıları ikili, üçlü müttefik durumunda ) husumetli, kavgalı hatta savaş halindeler. Çok net, hastanın durumu bu, masaya yatırılacak konu bu! Peki bu masada bu hastaya müdahale edecek kim, niyetleri ne olmalı, ve nasıl bir çözüm bulmaları gerekiyor? Sonuç ne olmalı?
Öncelikle bütün İslam ülkelerinin; bir sorun olduğunu ve bunun kendi sorunları olduğunu idrak etmeleri, kavramaları gerekiyor. Yani hasta olanın kendisi olduğunu bilmesi gerekiyor.
Sonra kimin dost kimin düşman olduğunu, yada neden dost neden düşman olduğunu bilmesi gerekiyor.
Sonra neden bütün dünya; ülke isimleri ile medeniyet, bilim, sanat, kültür, teknoloji sanayii ve ekonomileri ile anılırken neden İslam ülkeleri, yalnızca coğrafyası ile ya da dini ile ilişkilendirilip özdeşleştirilmeye çalışılan terörizmle anılıyor.
Sonra neden yalnız İslam ülkelerinin devletleri halklarıyla savaş halindeyken neden gayrimüslim sözde dost ülkeler halklarının refahıyla meşgul olup, Müslümanlara akıl veren stratejik müttefik durumundalar. Yani, zenginimiz bedel öder, askerimiz fakirdendir Türküsünün yerelliği küresel anlamda da yerel kalmaktadır.
Sonra neden İslam devlet başkanları, ülkeleri her konuda fakir ve geri iken durumda iken, mal varlığında Batılı devlet başkanlarının variyetinden kıyaslanamayacak kadar, hatta işadamı denilecek düzeyde daha zengin durumdalar. Yani Müslüman liderler devletlerini yönetirken neden Krallaşırken Batılılar memurlaşıyor.
Sonra İslam ülkeleri iktisadi ve siyasi gayeyle birbirleriyle mücadele halindeyken ayrıştıkları nokta neden hep İslam inanç esaslarındaki farlılıklar olmakta ve mezhepsel farklılıklar ön plana çıkmaktadır. Oysa söz konusu kendi çıkarları olunca, her türlü Kominist, Yahudi ve mezhep ayırt etmeden Hristiyan devlet ve liderler hemen Müslümanların müttefikleri , işbirlikçileri, hatta dostları olabilmekte hem de başka bir Müslüman ile mücadelede kullanılmak üzere.
İslam Devletleri öncelikle kendi vatandaşlarına hayırlı ve adil olmalılar, sonra komşu ülkelerine, sonra dünya Müslümanlarına daha sonra da bütün dünyaya . Kendi içinde barış, huzur, güven ve adalet duygusunu sağlayamayan bir ülkenin, bir toplumun, bir kültürün, başkasına hiç bir faydası olamayacağı gibi etkileme alanı ve kapasiteside olamaz. İslam ülkelerinin Dini, bir afyon yada sopa olarak kullanmaktan vaz caymaları gerekiyor artık. İslam ülke liderleri, Dini, kendilerine hizmet için, güçlerinin devamı için bir araç görmemelidir. Yani savaşlarda daha iyi ölsünler yada yaptıkları usulsüzlükleri, adaletsizlikleri, daha az görsünler ya da görmesinler diye dini kullanmamalıdırlar. Aynı devletin farklı bir milletten aynı dinin evladına veya farklı dinden olanına üvey muamelesi yapmamalıdırlar. Hukuku kendinden olmayanların haklarını gasp etme aracı olarak kullanıp zalimliklerini yasal zeminde meşrulaştırma aracı yapmamalıdırlar. Batılı liderler yalnızca ülkelerine hizmet ederken Müslümanların adeta ölüm yokmuş gibi saltanat biriktirmeleri anlaşılması güç bir durumdur. Ölümden sonraki hayattan umdukları nedir ki İmanları buna engel olamamaktadır. Tarihte buna örnek olacak şahsiyetler olmuştur örneğin Selahaddin Eyyubi; kendisine Dımaşkta güzel bir ev yaptırılmış bir gün orayı görmeye gittiğinde kendisinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Biz bu mekanda sonsuza kadar oturacak değiliz, bu ev ölümün farkında olan bir insanın oturacağı ev değil. Biz bu dünyada sadece yüce Allah’ın dinine hizmet etmek için bir yerde oturuyoruz” demiştir. Allah Hristiyan ve Yahudileri kendinize dost edinmeyin derken, İslam devletlerinin liderlerinin Müslümanları kendilerine dost edinmemesi altından kalkılacak bir sonuç olmadığını dostlarına bakılarak da yorumlamak gerçekten çok acı. İslam liderlerinin değişik dönemlerde dostum dediği kişilere bakın, ülkeleri sizi çok şaşırtacaktır. Rusya, İtalya, Yunanistan, ABD, İngiltere, Çin, Küba, Japonya ve diğerleri.
NATO’ ya üye 28 ülkenin yalnızca biri Müslüman o da Türkiye. Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin tamamı Hristiyan, girmeye çalışan tek Müslüman ülke yine Türkiye.
Birleşmiş Milletler’e üye ülke sayısı 193 yani neredeyse dünyanın tamamı, zaten bu katılım sayısı aslında bir ortak fikir çatısı olmadığının yani çokta bir işe yaramadığının kanıtıdır. Zaten kuruluş amacıda 2. Dünya savaşı galibi ülkelerinin kendi ülke güvenliklerini ve anlaşmazlıklarını ilerisi için tanzim etmektir. ( Ekonomisi en büyük on ülke çıkarı doğrultusunda siyasallaşmıştır. ) Bu üç birliğin neresinden bakarsanız bakın bir Haçlı ittifakı gibi görünmektedir ve Müslüman ülkelerin hayrına olabilecek çokta bir şey gözükmemektedir. Bu tespit şu anlama gelmeli, yani İslam ülkeleri başları her dara düştüğünde, ki bu da çoğunlukla bir başka Müslüman ülke yüzünden olmaktadır, kendilerine kurtarıcı olarak ABD’yi , AB Ülkelerini, BM’yi görmelerinin ne kadar anlamsız ve sonuçsuz olduğunu kabullenmeleri gerekmektedir. 50-60 yıldır aynı yöntem denenmektedir ve aynı sonuç alınmaktadır. Üstelik farklı bir sonuç sürprizi dahi beklenmeden. Bu durumu en iyi Albert Einstein özetlemektedir. Aptallığın en büyük kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummaktır.
İslam ülkelerinin bu sarmaldan kurtulmak için Albert Einstein’a kulak verip birşeyleri değiştirmesi gerekmektedir. Evet bunu yapmak, başarmak zorundadır. Yani kendi kendilerini yönetebilme iradesini, olgunluğunu ve onurunu gerçekleştirmek, göstermek zorundalar. Bunun üzerine sayısız çalışma deneyebiliriz, muhakkak biri bize çıkış yolu gösterecektir. İlk tezi en genel hatlarıyla, en yalın ifadeyle şimdi ileri sürebiliriz. Örneğin; Halifelik makamı bütün Müslümanları temsil edecek bir perspektifte yeniden hayata geçirilebilir. Bu makam inşasıyla hiçbir Müslüman ülkeyi açıkta ve dışarda bırakmamalıdır. Bilinenin aksine dini değil siyasi kimlikli olarak hayata geçirilmesi gerekiyor. İşte tamda bu nokta birçok dini anlaşmazlığı Müslümanlar ortadan kaldırıp daha birleştirici paydaları öne çıkartabilir. Yani din- mezhep üzerinden kimse kimseyi dövmemeli, aşağılamamalı, yok saymamalı, çünkü, gayrimüslimlere daha fazlasını taviz noktasında her İslam ülkesi yıllardır zaten hoşgörü adı altında sergilemektedir. Neden Müslüman ülkeler bu hoşgörüyü kendi aralarında göstermesin. Özetle, Yeni Hilafet özellikle de İslam ülkeleri arasındaki siyasi anlaşmazlıkları ele almalı ve karara bağlamalıdır. Halife nüfusu enfazla ve stratejik önemi olan, bütün İslami farklılıkları kavare edecek tarzda olan, beş ülke arasında ( İran, Türkiye, Mısır, Endonezya, Pakistan, Nijerya ) dönüşümlü seçilmeli. Ve Halife seçilen ülke bütün kararları diğer dört ülkeden atanan birer yardımcısı ile istişare ile ele almalıdır. Halifelik merkezi halife sırası hangi ülkede olursa olsun Medine olmalıdır. Medine, Muhacir ile Ensar hukukunu hatırlatması açısından ve Hz. Peygamberimiz ‘in orada bulunması açısından önemlidir.
Halifeliğin en önemli güç kullanım alanı sanıldığının aksine yalnızca dini değil; siyasi, ekonomi, ticaret ve bilim olmalıdır, hatta en son dini temsiliyet olmalıdır. İlk hedef kendine yeten bir İslam dünyası ve bağımsız bir İslam coğrafyası olmalıdır. Merkezinde insan olmalıdır. Dünyaya ihraç edeceği ilk şey Kur’an, ilk ithal edeceği şey Kur’an ahlakına susamış insan. Vaadi, Zulme uğramış Herkesin yaşamak için gelmek istediği özgürlükler diyarı bir vatan olmalıdır. Savaşı kapitalizm ile zalim ile ve cehalet ile olmalıdır.

Mehmet Karasakal