Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Mart 1924 tarihinde kurulmuştur. Peki bu tarihte ne oldu da Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu? Neyin yerine kuruldu? Niçin kuruldu?
Bu tarihte Hilâfet kaldırıldı, Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kaldırıldı, medreseler kapatıldı, Tevhidi Tedrisat Kanunu ile  eğitim ve öğretim birleştirildi ve daha sonra kapatılacak olan Tekke ve Zaviyeler Kanunununda alt yapısı oluşturuldu (13 Aralık 1925 ). Yani Diyanetin kurulmasına karşılık; Hilafet makamı,  Şer’iye ve Evkaf Vekaletliği ( Şer’iye ve Vakıf Bakanlığı ) ve Medreseler kapatılmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı tam olarak Şer’iye Bakanlığına karşılık kurulmuştur, Evkaf Vekaletinin yerine de Vakıflar Genel Müdürlüğü kurulmuştur.
3 Mart 1924 tarihi Cumhuriyet tarihinin en önemli günlerinden biridir. Bu öyle bir tarihki yapılan devrim, hem Yavuz Sultan Selime uzanıyor hemde günümüzde R.T.Erdoğan’ ı ilgilendiriyor.
Yavuz Sultan Selim’in en büyük rakibi Safavi Devleti ( İran ) lideri Şah İsmail’ dir. Şah’ın askerlerinin savaşlarda fedai gibi savaşması, saygıda, sevgide ve itaatte mürid olarak duruş sergilemeleri, sözkonusu Şah İsmail olunca olaylar karşısında gözlerini budaktan sakınmamaları ve ölüme koşarak gidişleri Yavuz Sultan Selim’ i çok etkilemiştir. Ve bu durum karşısında kıskançlıktan ziyade, ordu ve teba nezdinde bilakis onun gibi olabilme arzusu oluşmuştur kendisinde. Aradığı formül ise en yakınından, o dönemin en büyük devlet adamı, siyaset adamı, ünlü tarihçi İdris-i Bitlisi’den gelir. İdris; Yavuz Sultan Selim’e tarihi bir açıklama yapar. Sultanım, Şah İsmail sadece Safevi Devleti’nin siyasi lideri değil, aynı zamanda dini lideri, yani hem Şah hem Şeyh, hatta Şah dan önce Şeyh. Yavuz, bu açıklama karşısında çok büyük düşüncelere dalar fakat bir yol bulamaz iken  İdrisi Bitlisi,derin dini ve tarih bilgisiyle yolu gösteren kişi olur. Yavuz da tıpkı Şah gibi kendi toplumunun siyasi lideri olmasının yanında dini lideri de olmalıydı ve bunun yolu Mısır’ dan geçmekteydi. Hedef Hilafetti ve Yavuz bu duygu ve düşüncelerin ürünü olarak Hilafeti elde etmiş ve Osmanlı yıllarca bunun Siyasal kazanımlarına sahip olmuştur, 3 Mart 1924 tarihinde ise bu sona ermiştir.

Atatürk 19 Mayıs 1919 tarihinde kendine Osmanlı Devleti’nin başına geçmeyi hedef edindiği andan itibaren iki şeyi kesin olarak kaldırmak zorunda olduğunu, bu iki şey varken yani Saltanat ve Hilafet olduğu halde Osmanlı’nın başına geçemeyeceğini çok iyi biliyordu. O da İdris gibi kendi döneminin tarihini, siyasal sistemini iyi bilen bir asker ve devlet adamı idi aynı zamanda. Osmanlı’nın başına geçemeyecek olması tamamen teknik bir sonuç idi. Çünkü hem hanedan mensubu değil, siyasal lider olamaz; hem de medreseden değil, din adamı değil, dini lider değil, Halife olamazdı. Bunun için  başına geçeceği devlet, saltanat ve hilafetin olmadığı  laik bir yapı üzerine inşa edilmiş yeni bir devlet olmalı idi. 3 Mart 1924 tarihinde tamda böyle bir devletin inşası yapıldı. Artık siyasi lider kendisi idi, dini otoritede kendisine bağlı bir kurumun tekelinde idi, üstelik bu kurumun hiçbir yaptırım etkisi ve yetkisi yoktu, yalnızca danışmanlık hizmeti üzerine inşa edilmişti. Dinin yerini Laik düzen almış laiklik ise  siyasal olarak kendisine hizmet edecekti. 3 Mart 1924 tarihinde Hilafet Diyanet ile ve daha sonrada laiklik ile bertaraf edilmişti. Böylece Atatürk en az Yavuz kadar güçlü ve otoriter bir devlet adamı olmuş ayrıca yeni devlette dinin etkisi tamamen ortadan kaldırılmıştı.

Atatürk döneminde yeni laik devlet düzenine uygun olarak yapılandırılan Diyanet kurumu bugün Erdoğan döneminde bu sefer yapısal değişikliklerle değilde işleyişiyle yeniden farklı bir duruma gelmiş, adeta Yavuz Sultan Selim’in halifeliği elde etme arzusuna başka bir ifadeyle, halifeliği elde etme gerekçesine dönüşmüştür.
Erdoğan, siyasal olarak güçlü bir lider olmanın yanında dini olarak da bir lider olma hevesindedir. Bunun içinde bu saatten sonra Başkanlık Sisteminden başka bir yapı pek de mümkün görülmemektedir. Başkanlıkla, hem başbakanın yetkilerini kullanarak siyasal bir lider olacak hem de diyanet direkt kendisine bağlı olacağı için, onu bir fetva kurumu haline getirerek dini lider olacaktır.
İşte tamda bu nokta basit bir bürokratik başkanlık gibi gözüken Diyanet İşleri Başkanlığı görüldüğü gibi basit bir kurum olmamakla birlikte meşruiyeti tartışmalı hale gelmiştir. Çünkü Diyanet bütçe olarak devletin genel bütçesini kullanmaktadır, faaliyet zemininde  ise Sünni- Hanefi bir kesime hizmet tarafı sergilemektedir, tıpkı Yavuz döneminden yıkılıncaya kadarki Osmanlı ‘da olduğu gibi. Bu durum devletin diğer kesimini yıllardır rahatsız etmektedir, fakat hiç bu kadar derin hizipler gözlenmemiştir, çünkü devleti yönetme yetkisi alan hükümetler diyanete mesafeli kaldıkları için, fazla müdahale etmedikleri için, organik bir ilişki kurmadıkları için bu sorun hiç bir zaman günümüzde olduğu gibi siyasal bir sorun haline gelmemiştir. Bundan sebepte bu kurumun temsiliyet oranı hasebiyle meşruiyeti bu dönemde daha çok sorgulanır hale gelmiştir. Diyanet Devletin bir kurumu ( yani bütün halkın ) değil de Hükümetin ( belli bir siyasal kesimin ) bir kurumu haline gelmiştir. Diyanetten hiç bir hizmet alamayan Sünni haricindeki kesim, diyanetin kaldırılmasını talep etmeye başlamıştır. Bu talep Sünni karşıtlığı olarak değil bir devlet kurumunun eşit yurttaşlık çerçevesinde kendilerini temsil etmemesinden dolayıdır. Klasik bir söylemle Sünni olmayan kesimin de vergileri ile yaşatılan kurumun özelleştirilmesi, aidetlik bağıyla bağlanacak kişiler tarafından finanse edilmesi talep edilmektedir.
Son söz, yüz yıl önce din elden gidiyor diye tepki gösterilen 3 Mart 1924 devrimlerinin yeniliği olan, devrim icadı olan Diyanetin; kaldırılması talepleri yine aynı siyasal kesim tarafından din elden gidiyor şeklinde karşı konularak kalması talep ediliyor. Bir toplumun anlayışı da kavrayışı da demek ki yüz yıl sürüyor.

Bir Not: Bu yüz yıl da tesadüf bir süre değil, ortalama ömür süresinde bir birini hiç görmeyen iki neslin asgari yaşam aralığı. Yani havsalası resetleniyor.